Report / Europe & Central Asia 4 minutes

Suriye Bataklığının Türkiye'ye Artan Maliyeti

Yönetici Özeti

Komşusu Türkiye’nin kapısına üç yıl önce dayanan Suriye krizinin insani, siyasi ve güvenlik maliyetleri artmaya devam ediyor. En az 720.000 Suriyeli mültecinin, ölen 75’ten fazla Türk vatandaşının ve harcanan yaklaşık 3 milyar doların ardından, hayal kırıklığı ve bitkinlik etkisini iyice hissettirmeye başladı. Türkiye’nin insani yardımları ahlaken doğru  ve uluslararası ilkelere uyuyor, ancak özünde halen bir acil durum tepkisi olarak devam etmekte. Her gün yenileri gelen Suriyelilerin bakımını üstlenebilmesi için Ankara’nın uluslararası toplumla birlikte sürdürülebilir ve uzun vadeli bir anlaşmaya varması gerekiyor. Mezhep kaynaklı ve askeri çatışmaların en kötüleri kendi ülkelerine sıçramasa da Türkler, özellikle kuzey Suriye güvenilmez, sahipsiz bir bölgeye dönüşmüşken, kendi topraklarında bomba yüklü araçların ve diğer silahlı olayların yol açtığı güvenlik risklerinin farkındalar. İhtilafın başlamasında rolü olmasa da Ankara fiilen bir aktör haline geldi. Tek başına gerçek bir değişime yol açamayacağından, Türkiye kendi sınırlarını ve vatandaşlarını korumaya odaklanmalı, hükümetin Sünni Müslüman yönelimli dış politikasından uzaklaşma çabalarını canlandırarak mezhepsel açısından daha tarafsız bir dış politikaya yönelmeli ve Suriye’de uzlaşmaya dayalı siyasi bir çözümü açıkça desteklemeli.

Türkiye, Suriye’den kaçan mültecilerin güvenli topraklara ulaşabilmesini ve yasal bir çerçeve içinde uluslararası korumaya kavuşmasını sağlamalı; ancak bunun maliyetini tek başına karşılamak zorunda olmamalı. Türkler, Suriyelileri uluslararası toplum adına kabul etti ve uluslararası camianın da artan külfeti paylaşmada sorumluluğu bulunuyor. Sığınma merkezleri inşa etmenin ve bakımlarını sağlamanın yüksek maliyeti, yeni gelenlerin çoğunun kampların dışında kalmaları anlamına geliyor. Kentlerde bu durumda bulunan Suriyelilerin resmi sayısı 500.000 olarak veriliyor; ancak gerçek rakam, bunun iki katı olabilir. Mülteci akını, yerel altyapı üzerinde baskıya yol açıyor ve toplumsal gerilimler yaratıyor. Kaynaklar ve sabır azaldıkça ve güvenlik sorunları arttıkça Türkiye’nin açık kapı politikası da limitlerine yaklaşıyor. Sınır kontrolleri sıkılaştırılmış olsa da Suriyeliler, çoğu zaman yasadışı yollardan, ülkeye girmeye devam ediyorlar.

Ankara’nın Suriyelilere yönelik kapsamlı bir yerleşim stratejisine ihtiyacı var. Bunun aynı zamanda onlara bir işte çalışmak, sosyal hizmetlere erişmek, dil öğrenmek ve eğitim aracılığıyla Türk toplumuna entegre olma seçeneğini de sunması gerekiyor. Bu, öncelikle Nisan 2013 tarihli yabancılar ve uluslararası koruma yasasını genişletecek daha kapsamlı bir yasal çerçeveyi gerektiriyor. Donörler, Suriyeliler için üzerinde Türkiye ile karşılıklı olarak uzlaşacakları barınma planlarına finansman sağlayarak ve uzman bilgisini paylaşarak lojistik ve mali açılardan yardım sağlayabilirler.

2012 yılından bu yana Türkiye, kuzey Suriye için temel yaşam hattı olageldi. Pek çok ülke ile uluslararası ve yerel örgüt, insani yardım açısından fiili bir güvenli bölge üzerinden en azından 100.000 Suriyeliye yardım götürüyor. Türkiye insani yardım iletmek için uluslararası örgütlerle elinden geldiği kadar işbirliği yapmaya devam etmeli. Ankara açısından Suriye içinde yerinden edilmişlerle ilgilenmek, yeni sığınmacı akınlarının önüne geçiyor. Ancak öngörülebilir gelecekte ihtiyaçları geçici kamplarda karşılamaya yönelik bu planlar, gitgide istikrarsızlaşan bir ortamda hem Suriyelileri hem de yardım çalışanlarını bekleyen tehlikeleri görmezden geliyor. Kriz Grubu’nun 2013’te önerdiği üzere, en iyi seçenek, savaşın harap ettiği ülkelerini terk etmek isteyen tüm sivillerin Suriye’den ayrılmalarını sağlamak olacaktır.

Türkiye, Suriye’nin diğer komşularına göre daha büyük, daha güçlü ve daha zengin olabilir; ancak sınırlarını mültecilere açık tutmaya devam etmesi için yine de desteklendiğini hissetmesi gerekiyor. Geçtiğimiz bir buçuk yıl içinde Ankara, uluslararası yardıma kapılarını açtı ve bu kriz üzerinde çalışmaları için daha fazla insani yardım amaçlı sivil toplum örgütünü kayda geçirdi. Ne var ki yabancılara karşı süregelen korku ve bürokratik engeller, mevcut uluslararası kaynaklardan tam olarak faydalanmasını hâlâ engelliyor. Üçüncü taraflar, krizde Türkiye’nin şimdiye dek yaptığı harcamanın sadece onda biri kadar katkıda bulundular. Donörler artık, Ankara’nın dış yardımı ilk başta reddetmiş olmasının veya durumu Ürdün veya Lübnan’dan daha iyi idare etmesinin arkasına saklanmamalılar.

Türkiye, içeride mezhepsel huzursuzluğu başarılı şekilde önlemiş olsa da Suriye politikası, Alevi ve Kürt nüfusu dahil olmak üzere iç siyasette rağbet görmüyor. Batılıların müdahale sözünü tutmamış olması nedeniyle ihanete uğradığını hisseden iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), geçtiğimiz yıl dış politikasında ayar düzeltmesi yaptı. Yeni söyleminde Suriye’den kaynaklanan ve gittikçe genişleyen güvenlik tehditleri listesinde rejim ve onun yöneticilerinin yanı sıra silahlı muhalefetin cihatçı unsurlarına da yer verdi. Türkiye’deki Kürdistan İşçi Partisi (PKK) ile ilişkilendirdiği Suriyeli Kürtlerin Demokratik Birlik Partisi (PYD) ile temasta bulunmayı kesinlikle reddetme politikasını 2013’te tersine çevirdi ve Mart 2014’te Suriye’nin nihayet BM’nin insani yardımı için geçiş noktası açması üzerine BM’nin yardım konvoylarının PYD denetimindeki topraklarına girmesine izin verdi. Büyük resme bakıldığında Türkiye, uzun sürecek askeri müdahalelerden kaçınmak istiyor; ancak şiddetli sınır çatışmaları ve rejimle zaman zaman havada yaşanan gerginlikler, ihtilafın tırmanma riskini arttırıyor. Tüm bunlara rağmen Türkiye’nin geniş kapsamlı bir askeri müdahaleye girişmesi, en azından arkasında uluslararası bir görev ve destek olmadan, muhtemel görünmüyor.

AKP liderliğinin Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın makamından ayrıldığını görme konusundaki kararlılığı ve Suriye’deki anaakım muhalefete verdiği destek gücünü koruyor.  Mülteci kamplarında muhalif savaşçılara ve ailelerine ev sahipliği yapıyor, siyasi ve askeri muhalif grupların topraklarında bir araya gelmesine izin veriyor ve lojistik ve malzeme yardımı yapıyor. Ancak Türkiye, hiçbir zaman Suriye içindeki savaşan muhalefetin ana destekçisi olmadı ve Körfez ülkeleri siyasi alanda da daha fazla nüfuz kazandılar. Buna rağmen muhalefetin ana siyasi kanadı olan Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu ile sürdürülen temas, Cenevre-2 barış görüşmeleri için destek sağlanmasına ve Kürtlerin sınırlı da olsa temsil edilmesine yardım etti. Türkiye, Suriye’nin kuzeyindeki muhalif gruplara gönderilen teçhizat için transit ülke olarak bu gruplar üzerindeki nüfuzunu kullanmalı ve onların uluslararası insani hukuk kurallarına uymalarını ve mezhep ayrımı göstermeyecek şekilde davranmalarını teşvik etmeli. Dış politikada İran da dahil bölgedeki ortaklarıyla açık iletişimi sürdürerek Türkiye, Suriye savaşında dış aktörlerin müdahalelerini karşılıklı olarak azaltmaya ve barışa daha uygun bir ortam inşa etmeye gayret etmeli.

Executive Summary

The Syrian crisis crashed onto neighbouring Turkey’s doorstep three years ago and the humanitarian, policy and security costs continue to rise. After at least 720,000 Syrian refugees, over 75 Turkish fatalities and nearly $3 billion in spending, frustration and fatigue are kicking in. Turkey’s humanitarian outreach, while morally right and in line with international principles, remains an emergency response. Ankara needs to find a sustainable, long-term arrangement with the international community to care for the Syrians who arrive daily. While spared the worst of the sectarian and military spillover, Turks are reminded of the security risks by deadly car bombs and armed incidents on their territory, especially as northern Syria remains an unpredictable no-man’s-land. The conflict was not of its making, but Ankara has in effect become a party. Unable to make a real difference by itself, it should focus on protecting its border and citizens, invigorate recent efforts to move back from the ruling party’s Sunni Muslim-oriented foreign policy to one of sectarian neutrality and publicly promote a compromise political solution in Syria.

Related Content

Turkey needs to ensure that refugees fleeing Syria are able to access safe territory and receive international protection within a legal framework, but it should not have to pay for this alone. Turks have accepted the Syrians on behalf of the wider international community, which has a responsibility to share more of the growing burden. The high costs of building and maintaining shelters mean most newcomers end up outside the camps: the official number of such urban Syrians is around 500,000, but in reality it could be twice that. The influx puts pressure on local infrastructures and creates social tensions. As resources and patience stretch thin and security incidents proliferate, Turkey’s open door policy has its limits. Even with stricter border controls, however, Syrians continue to arrive, often illegally.

Ankara needs a comprehensive accommodation strategy, including giving refugees the option to integrate into Turkish society through jobs, access to social care, language training and education. This requires, first, a more comprehensive legal framework that expands the April 2013 law on foreigners and immigration. Donors can help logistically and financially by sharing expertise on and providing funding for mutually-agreed housing schemes for Syrians inside Turkey.

Turkey has been the main lifeline to northern Syria since 2012, with many countries and international and local organisations providing critical aid to at least 100,000 Syrians via a de facto humanitarian safe zone. It should continue cooperating to the full extent with international organisations to deliver humanitarian assistance. From Turkey’s perspective, taking care of the displaced inside Syria limits any new influx. But plans to address needs at makeshift camps for the foreseeable future overlook the dangers to both Syrians and aid workers as the environment becomes increasingly volatile. As Crisis Group argued in April 2013, the best option is to provide a way out of Syria for all civilians who want to leave their war-torn country.

Turkey may be bigger, stronger and richer than Syria’s other neighbours, but it still needs to feel supported so that it will continue to keep its borders open to refugees. In the past year and a half, Ankara has opened up to international assistance and registered more international humanitarian NGOs to work on the crisis. Nevertheless, residual fear of outsiders and bureaucratic obstacles still block Turkey from fully benefiting from available international resources. Third parties have contributed less than one tenth of what it has spent on the crisis so far. Donors should no longer hide behind Ankara’s initial rejection of foreign aid, or the fact that it handles the situation more effectively than Jordan or Lebanon.

While Turkey has successfully contained internal sectarian unrest, its Syria policy is highly unpopular domestically, not least with its large Alevi and Kurdish popu­lations. Feeling betrayed by Western failure to live up to promises of intervention or more support, Turkey’s Justice and Development Party (AKP) government has re­calibrated its foreign policy in the past year. Its narrative has changed to include jihadi elements of the militant opposition in the growing list of security threats from Syria, along with the regime and its agents. In 2013, it reversed its all-out objection to engaging the Syrian Kurds’ Democratic Union Party (PYD), linked to Turkey’s insurgent Kurdistan Workers’ Party (PKK), and in March 2014, it let UN aid convoys cross into PYD-controlled areas when Syria finally opened one border crossing for UN humanitarian aid. In the bigger picture, Turkey wants to avoid prolonged military entanglement, but violent border clashes and occasional aerial confrontations with the regime increase risks of an escalation. Even so, extensive Turkish military intervention is unlikely without at least an international mandate and backing.

The AKP leadership’s resolve to see Syrian President Bashar al-Assad gone stays strong, as does its support for the mainstream Syrian opposition. It hosts rebels and their families in well-built refugee camps, allows political and military opposition bodies to convene on its soil and gives logistical and material assistance. But Turkey has never been a main backer of the militant opposition inside Syria, and Gulf actors have gained more political influence. Still, involvement with the opposition’s main political body, the National Coalition of Syrian Revolutionary and Opposition Forces, helped garner support for Geneva II peace talks and ensure a degree of Kurdish representation. Turkey should use its leverage as a transit ground for supplies to rebel groups in northern Syria to encourage their compliance with international humanitarian law and non-sectarian practices. By maintaining open communication with regional counterparts, including Iran, Turkey should work reciprocally to de-escalate foreign involvement in the Syrian war and build an environment more conducive to peace.

Subscribe to Crisis Group’s Email Updates

Receive the best source of conflict analysis right in your inbox.