Report / Europe & Central Asia 4 minutes

Türkiye ve Avrupa: Geleceğe Doğru

  • Share
  • Kaydet
  • Yazdır
  • Download PDF Full Report

Özet

Temmuz 2007 seçimlerinden reform yanlısı AKP’nin zaferle çıkması, AB sürecini ilerletmek için hem AKP’ye hem de AB’ye yeni bir fırsat verdi. Çünkü süreç, gerek AB’de genişleme yorgunluğunun baş göstermesi, gerekse AB’ye ters tepki veren Türk ulusalcılar nedeniyle 2005’ten bu yana gerilemek-teydi. Bu yeni süreç, reformların başarıyla uygulan-ması halinde her iki tarafın ellerini güçlendirecektir. Popüler görüşler artık yorgunlukların başladığını gösterebilir, ancak daha önce yaşanan genişleme tecrübelerinden öğrendiğimiz üzere, liderler ve diplomatlar ileride siyasal güvenin tekrar kazanılacağı günler için yolu hep açık tutmalıdırlar.

Avrupalıların Türkiye’nin AB üyeliğini hedefle-mesinden endişe duymalarını gerektirecek hiçbir neden yoktur. Zaten Türkiye’de herkes, ülkenin henüz AB’ye hazır olmadığını bilmektedir. En yakın üyelik tarihi ancak 10 yıl sonradır ve o zamana kadar çok şey değişecektir. Bugüne kadarki AB adaylarıyla karşılaş-tırıldığında, Türkiye’den istenen normlar çok daha üst düzeydedir ve Türkiye ancak bu normları karşılaması halinde AB’ye katılabilecektir. Bu arada, herhangi bir AB hükümeti Türkiye’yi veto edebilir, Fransız halkı referanduma giderek Türkiye’ye dur diyebilir. Zaten böyle bir durumda, Türkler de son adımı atmadan önce bir kez daha düşüneceklerdir.

Bazı Avrupa liderleri gibi, Türkiye’nin bugünkü politik, ekonomik, sosyal ve demografik yapısını gündeme getirerek AB’ye alınmamasına karşı çıkanlar, reform sürecinin getireceği değişimleri hiç dikkate almadan konuşmaktadırlar. Bu karşı çıkış, Batı ve Doğu Avrupa’da daha önce yaşanan başarılı bütünleşme süreçlerini görmezden gelmektedir. Dolayısıyla, bugün tartışmamız gereken nokta, bugünkü Türkiye’nin değil, ileride reformlarını tamamlamış bir Türkiye’nin reformu yaşamış bir Avrupa’ya katılıp katılmaması olmalıdır.

Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkan Avrupalılar, Avrupa’nın çıkarlarına verdikleri zararın farkında değillerdir. Türkiye’ye karşı sürdürülen bu güven-sizlik nedeniyle, Türkiye Avrupa’nın ortak güvenlik politikasına yaptığı katkıyı azalttı. Ankara artık bağımsız askeri politikalar takip edeceğinin işaret-lerini veriyor. Türkiye’nin dışlanmasıyla Avrupa’nın enerji güvenliği geliştirilemiyor. Kıbrıs konusunda her iki tarafın da yaptığı hatalar AB-Türkiye ilişkisinde alakasız alanları da olumsuz etkiliyor.

Türk tarafı için ileriye doğru gitmek, artık halktan güçlü bir vekalet alarak daha kapsamlı bir reform programıyla yeni adımlar atacak olan ve örneğin meşhur 301. maddenin gözden geçirilmesi veya iptal edilmesi gibi yeni jestlerle Avrupa’ya tekrar “biz buradayız” diyecek olan Başbakan Tayyip Erdoğan’ın elindedir. Avrupa tarafında ise, giriş sürecini artık tam, ciddi ve devam eden bir olgu olarak gören, AB normlarına ulaşan bir Türkiye’yi dışlamayı düşünmeyen bir AB’ye ihtiyaç vardır.

Mevcut atmosfere bu açıdan bakıldığında, durum pek kolay gözükmemektedir. Geçmişten gelen önyargılar, Irak’ta meydana gelen ve aslında AB üyeliği ile alakasız olan olaylar, Kıbrıs’taki kötü zamanlama ve yanlış niyet okumalar, Batı ile İslam dünyasının en başarılı laik demokrasisine sahip olan eski müttefiki arasına mesafeler koydu. Her iki tarafın politikacıları AB-Türkiye ilişkilerini göç, refah ya da ulusal güvenlik gibi iç politika konularına alet ederek sorumsuzca eleştirdiler.

Almanya’da Hıristiyan Demokrat Birliği (CDU) Türkiye’nin AB üyelik müzakerelerini imtiyazlı ortaklığa dönüştüreceğini söyleyerek Kasım 2005’te iktidara geldi. Aralık 2006’da AB, Türkiye’nin Kıbrıs konusunda olumlu adım atmadığı gerekçesiyle 35 müzakere başlığının açılmasını dondurdu. Mayıs 2007’de Fransa, seçim kampanyalarında Türkiye’nin üyelik umudunu söndüreceğini söyleyen Nicolas Sarkozy’yi Cumhurbaşkanı seçti. Ardından da Fransa Haziran’da açılması beklenen 3 önemli müzakere başlığının açılmasını engelledi.

Bu arada Türkiye’nin AB öncülüğünde gerçek-leştirdiği reform süreci yavaşladı. Daha önce hep üyelik lehinde olan kamuoyu desteği kuşkulu bir beklenti içine girdi ve ulusalcılık (yeni-milliyetçilik) yükselmeye başladı. İnsan hakları ihlalleri ve yazarlar hakkında açılan davalar arttı. Ordu, AB’ye bağlı seyreden politik süreçten geri dönülmesinin yollarını aradı. Temmuz 2007 seçimlerinden aylar önce düzenlenen büyük çaplı laik protesto gösterilerinde en yüksek sesle haykırılanlar arasında ABD ve AB karşıtı sloganlar vardı.

Türkiye’nin Batı ile yaşadığı gerginliğin tek sorumlusu AB değildir. Irak’ın ABD öncülüğünde işgali, yine ABD kontrolündeki Irak Kürdistanı’nda Kürt isyancıların varlığı kamuoyunun Batı’ya karşı nahoş tavır almasının en önemli nedenlerinden oldu. Türkiye’nin haklı olarak Kürt saldırıları, özellikle de sivillere yönelik bombalı eylemler konusundaki şikayetlerine ve eğer delil varsa Avrupa’dan destek-lendikleri yönündeki iddialarına karşı AB ülkeleri daha duyarlı olmalıdırlar.

Avrupalılar, 1999-2004 yıllarında gerçekleşen ve reformların altın çağı olarak bilinen bu dönemin, üyelik müzakerelerinin başlamasının bir eseri olduğunu daha fazla hatırlamalıdırlar. Bu süreç Türkiye’ye istikrar getirdi: Beş yıllık ekonomik büyüme oranı %7.5 oldu, yabancı yatırımlar görülmemiş oranda arttı, hukuk ve eğitim alanında gelişmeler yaşandı, sivil toplum parladı, Türkiye AB’nin çeşitli bölgelerdeki barış gücü projelerine ciddi destek verdi. Türk-Kürt çatışması hafifledi, Kıbrıs sorunu kısa süreliğine de olsa çözülebilir gözüktü. 2005’ten bu yana yaşanan olumsuz atmosfere rağmen Ankara’da AB reformları için teknik çalışmalar devam etmektedir. AKP Nisan 2007’de, AB standartlarını yakalama hedefiyle ülkenin bugüne kadar gördüğü en yoğun ve en detaylı planı yürürlüğe koydu.

AB-Türkiye yakınlaşması daha önceleri de yavaş-lamıştı. Dolayısıyla, tekrar hızlanmasını sağlayacak fırsatlar mutlaka tekrar gelecektir. Eğer Şubat 2008’de Kıbrıs Rum kesiminde yapılacak seçimlerin sonucu iki toplumlu, iki kesimli çözüm öngören BM planının uygulanmasına yönelik bir işaret verirse, AB Türkiye’nin önüne konulan Kıbrıs engelini kaldırma şansını kaçırmamalıdır. Sonuçta, 1999’dan bu yana var olan karşılıklı güven ve AB şemsiyesi Türkiye ile Yunanistan arasında bir zamanlar çözülmez görünen sorunları bile yumuşattı.

Türkiye’nin Avrupa macerasından kuşku duyan Avrupalı politikacılar bile Türkiye’de ancak üyelik sürecinin motive edebileceği reformların gerçekleş-mesini istemektedir. Bugün Fransızların başını çektiği Türkiye’ye yönelik itirazlar, bir zamanlar İspanya ve İngiltere’nin üyeliklerine engel olarak ileri sürülen benzer itirazlardı. Tıpkı Türkiye gibi bu ülkelerin de tarihte Avrupalı olmayan imparatorlukları vardı ve bu yüzden merkezi bir Avrupa fikrine karşı çelişik duygulara sahiplerdi. Türkiye, gerek katılım sürecinde gerekse üye olması halinde, geçmişte “istenmeden” AB adayı olan ülkeler kadar AB’ye katkıda bulunabilir

İstanbul/Brüksel, 17 Ağustos 2007

Executive Summary

The pro-reform AK Party’s resounding victory in the July 2007 parliamentary elections gives both it and the European Union (EU) a chance to relaunch Turkey’s accession process, which has floundered since 2005 due to Europe’s enlargement fatigue and a neo-nationalist backlash in the country. That process, pursued with real application, has the capacity to help both sides. Popular opinion may show fatigue but leaders and diplomats need to keep avenues open for when political confidence returns, as past experience with the enlargement process suggests it can.

There is no need for Europeans to fear the membership goal. All in Turkey acknowledge the country is not yet ready. The earliest possible date for membership is a decade away, by which time it will be much changed. Turkey can only join if it has fulfilled the stiffest conditions applied to any candidate; any EU government can veto membership at the end of the road, and the French people can vote on it in a referendum. By then the Turks, too, may have second thoughts about the last step.

Pointing, as some European leaders now are, to Turkey’s current political, economic, social and demographic challenges to support arguments for its exclusion underestimates the transformative potential of the reform process. It is a short-sighted view that ignores earlier integration success stories in Western and Eastern Europe. The debate should be about joining a reformed Turkey to a reformed EU. 

Europeans who attack the prospect of Turkish membership of the EU underestimate the damage they do to European interests. The mistrust generated already has caused Turkey to reduce its contribution to Europe’s common security policy. Ankara is showing signs of independent military policies over which Europe has diminishing leverage. Europe’s energy security is not being advanced. Mistakes by all sides over Cyprus are causing the dispute to poison what should be unrelated areas of the EU-Turkey relationship.

The way forward is, on the Turkish side, for Prime Minister Recep Tayyip Erdoğan to use his new mandate to step forward with a bold further reform program, catching Europe’s imagination with some sweeping new gestures, like repeal or overhaul of the notorious Penal Code Article 301. On the European side, it is a matter of full, serious and continuing engagement in the accession process and not excluding the possibility of Turkey’s ultimate membership if there is full compliance with EU norms.

The present environment is not an easy one in this respect. Prejudices from the past, unrelated events in Iraq, bad timing in Cyprus and misreading of intentions have driven a wedge between the West and its long-time ally, the most successful secular democracy in the Islamic world. Politicians on both sides have irresponsibly attacked the EU-Turkey relationship as a populist proxy for domestic worries about immigration, welfare or national security.

In November 2005 the Christian Democratic Union (CDU) came to power in Germany pledging to downgrade the goal of Turkey’s EU negotiations to “privileged partnership”. In December 2006, the EU froze the opening of eight of 35 negotiating chapters because it was unable to overcome an impasse with Turkey over Cyprus. In May 2007, France elected President Nicolas Sarkozy, who campaigned, inter alia, to end Turkey’s hope of membership. France then blocked the most important of three negotiating chapters that were to be opened in June.

The EU-led reform process has slowed in Turkey. Public support for membership has shifted from overwhelmingly positive to sceptical, and a new nationalism has arisen. Human rights abuses and prosecutions of writers have increased. The military has sought to reverse the course of the EU-bound political process. Anti-EU slogans merged with anti-American ones to become some of the loudest chants in massive secularist rallies in the months before the election.

The EU is not responsible for all Turkey’s tensions with the West. The U.S.-led invasion of Iraq and the presence of Turkish Kurd rebel bases in U.S.-protected Iraqi Kurdistan are major reasons why public opinion has soured. But EU states need to be more sensitive to Turkey’s legitimate grievances about Kurdish attacks, especially bombings of civilians, and certainly if there is evidence they are being supported from Europe.

It needs to be better recalled on the European side that it was the start of negotiations with the motivating goal of EU membership that provided the stimulus for a golden age of Turkish reform in 1999-2004. The process brought stability, five years of 7.5 per cent economic growth, unprecedented foreign investment, legal and educational improvements, a blooming of civil society, critical Turkish contributions to EU peacekeeping projects, an alleviation of the Turkish-Kurdish conflict and a fleeting chance to solve the frozen Cyprus conflict. Despite the increasingly negative atmosphere since 2005, technical work on EU reforms continues in Ankara. In April 2007, the AK Party (AKP) drew up the country’s most intensively researched action plan for convergence towards EU standards.

EU-Turkey convergence has slowed before, and opportunities to speed it up will come again. If the results of the February 2008 elections in Greek Cyprus signal a new opening towards the UN’s bicommunal, bizonal plan for a solution, the EU should seize the chance to remove this roadblock. After all, mutual trust and an EU umbrella since 1999 have now smoothed problems that once seemed insoluble between Turkey and Greece.

Even European politicians sceptical of Turkey’s European vocation seek the reforms in Turkey that only the motivation of the membership process can bring. French-led objections once held up the candidacies of Spain and the UK for reasons some of which were similar to those heard today. Like Turkey, those countries had former non-European empires and ambivalence about a centralised EU. Turkey can contribute as much to the EU as other “unwanted” candidates have in the past – both during the accession process and, if the two sides agree, as a member.

Istanbul/Brussels, 17 August 2007

Subscribe to Crisis Group’s Email Updates

Receive the best source of conflict analysis right in your inbox.