Türkiye’nin İsrail ve İran Krizleri
Türkiye’nin İsrail ve İran Krizleri
Table of Contents
  1. YÖNETİCİ ÖZETİ
Report / Europe & Central Asia 4 minutes

Türkiye’nin İsrail ve İran Krizleri

  • Share
  • Kaydet
  • Yazdır
  • Download PDF Full Report

YÖNETİCİ ÖZETİ

Türkiye’nin İsrail ile ilişkilerinin zedelenmiş olması ve İran’la olan ilişkilerinin Batı’daki başkentlerde kuşku ile karşılanması, Ankara’nın “sıfır sorun” dış politikasına zarar veriyor. Aynı zamanda amacı bölgede istikrar ve barışı sağlamak olan Türkiye’nin Orta Doğu’daki faaliyetleri konusunda pek çok yanlış fikir de ortaya çıktı. Türkiye’nin bakış açısına göre İsrail ve İran meseleleri birbirinden ayrı dinamiklere sahip ve Batılı müttefikleri ile genellikle kabul gördüğünden daha fazla işbirliğine ve ortak hedeflere dayanıyor. Batılı dostları ve İsrail ile arasının bozulmasında Türkiye’nin payı abartıldı, ancak hükümetin dış politika oluşturmasında ve takdiminde sorunlar olduğu da bir gerçek. Bu sorunlar arasında ileriyi görememe ve hararetli söylemler ile Kıbrıs sorununun çözümü, Ermenistan ile ilişkilerin normalleşmesi, Kürt meselesinde yeni ortaya çıkan gerilimlerin yatışması ve AB’ye uyum sürecine bağlılık gibi, Türkiye’nin yakın çevresindeki esas sorunların çözümünden sapması bulunuyor.

Ankara’nın, yola çıkmasını desteklememekle birlikte, sonunda Gazze ablukasını delmeye çalışmaktan vazgeçiremediğini söylediği bir filoyu durduran İsrail komandolarının 31 Mayıs’ta sekiz Türk ve bir Türk kökenli Amerikan vatandaşını öldürmesiyle Türkiye-İsrail ilişkileri en düşük seviyesine geriledi. ABD ve AB’ye üye ülkeler, bu trajik olayı incelemek üzere BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon’un dört kişiden oluşan ve BM’nin öncülük ettiği panelini desteklemeliler. İsrail, ilişkileri normalleştirmeye çabalamalı ve eğer askerlerinin ölçüsüz güç kullandığı veya suç işlediği ortaya çıkarsa, sanıkları yargılamalı ve Türkiye’yi tatmin edecek adımlar atmanın yollarını bulmalı. Türkiye ise soruşturmayı, İsrail ile uluslararası kamuoyuna gemideki gönüllülerin niyetleri konusunda tatmin edici bir bilgilendirme yapmak için kullanmalı, ağır talepler ve katı söylemlerden uzaklaşarak ilişkilerin iyileştirilmesi için kendi üzerine düşeni yerine getirmeli. Geçmişteki iyi ilişkileri Türkiye’ye, Arap-İsrail barış görüşmelerindeki kolaylaştırıcılık rolü de dahil olmak üzere Orta Doğu’da potansiyel olarak etkin ve eşsiz bir aracı rolü biçiyordu, ancak bu potansiyeli gerçekleştirmek için İsrail ve ABD ile yıpranan ilişkilerini düzeltmesi gerekiyor.

Türkiye, ayrıca 9 Haziran’da BM Güvenlik Konseyi’nde ek yaptırımlar aleyhinde oy kullanmasının ardından İran’ın nükleer programıyla ilgili yaptığı arabuluculuk girişimlerinden dolayı eleştiriler alıyor. Ne var ki Türkiye’nin “hayır” dediği, İran’ın nükleer askeri hedeflerinin frenlenmesi değildi. Ankara, 17 Mayıs tarihli Tahran Anlaşması’nda öngörüldüğü üzere İran’ın önemli miktardaki düşük düzeyde zenginleştirilmiş uranyum stoğunu takas müzakereleri için kendisinin (ve Brezilya’nın) ABD’nin teşvikine sahip olduğuna inandığını iddia ediyor. Güvenlik Konseyi’nde bu yönde oy kullanmasının nedeninin müzakere gücünü muhafaza etmek ve Tahran Anlaşmasını ilerisi için muhtemel bir yol olarak elinde tutmak olduğunu ifade ediyor.

ABD ve AB ülkeleri, Türkiye’nin “yüzünü Doğu’ya döndüğü”, “İslamcı bloğa dahil olduğu” ya da “Batı’ya sırtını döndüğü” gibi basit klişeleri bir kenara bırakmalı. Türkiye’nin yeni dış politika girişimleri, büyük ölçüde ekonomik oldu ve Avrasya, Balkanlar, Afrika ve Orta Doğu’daki Hristiyan ve Müslüman ülkeleri kapsadı. Ticaret ve yatırımlarının büyük bölümünün yanı sıra, toplumsal, popüler ve eğitimsel düzeydeki bağları ile düşünsel ve ekonomik yeniliklerininin kaynağı da ayrılmaz biçimde AB ülkelerine ve ABD’ye bağlıdır.

Ayrıca Türkiye, İran da dahil olmak üzere Orta Doğu’da nükleer silahların yayılmaması, İsrail-Filistin sorununa iki tarafın da tüm haklarının tanınacağı adil bir çözüm ve El Kaide’nin tasfiyesi gibi, Batılı müttefiklerinin çoğu ile Orta Doğu’da aynı hedefleri paylaşıyor. Bu ortak amaçları dile getirmek için daha fazla fırsat yaratmalı. Aynı şekilde Batılı müttefikleri de coğrafya ve tarih sayesinde Türkiye’nin onları kendi taktikleri ve yöntemiyle makul şekilde takip edeceğini anlamalı.

Ankara, kendi başına ilerlemektense AB ve ABD ile iyi ilişkiler sürdürerek daha fazla yol kat edebilir. Hükümet ve kamuoyu, zaman zaman bu tür varsayımlara meyilli olsa da ABD’nin İsrail’den çok Türkiye’ye ihtiyaç duyduğu ve Başkan Obama ile kişisel ilişkilerin politikaların özünün yerini alacağı fikirlerinden kaçınmalı. Türkiye belirgin biçimde daha güçlü, uluslararası bir oyuncu haline geliyor olsa da Vaşington ile işbirliği ve AB ile uyum, ülkenin bölgedeki öneminin anahtarını teşkil ediyor ve ekonomik gelişimine, komşularıyla ticaretindeki patlamaya, insan haklarına daha fazla saygı gösterilmesine ve İstanbul’un göz kamaştırıcı bir bölgesel merkez olma yolunda ilerlemesine katkıda bulunuyor. Türk liderler ayrıca müttefiklerin güvenini zedeleyen popülist ya da ayrımcı söylemlerin dozajını azaltmalı ve benzersiz bir nitelik olan bölgedeki tüm taraflarla güvenle görüşebilme özelliğini yeniden kazanabilmek için İsrail ile sükunetli diyaloğuna kaldığı yerden devam etmeli.

Türkiye son yirmi yılda çok değişti; daha zengin, kendine daha çok güvenen bir ülke oldu ve artık sadece Vaşington ve Brüksel’e bağımlı değil. Ankara kendi önemini veya kapasitesini abartmaktan kaçınırken Batılı müttefikleri de onun bölge ve ötesindeki gerçek önemini kavramalı, onunla daha sakin, yapıcı ve üst düzeyde diyalog için daha fazla zaman ayırmalı. Bu amaçla özellikle Vaşington ve Ankara, Orta Doğu da dahil olmak üzere ortak dış politika çıkarlarının tümüne ilişkin düzenli diyalog ve daha iyi koordinasyon için yeni mekanizmalar tesis etmekte yarar görebilirler. Dahası herkesin Orta Doğu’daki ortak hedeflerinden azami avantaj elde etmesi isteniyorsa Türkiye, AB yolundaki taahhütlerine bağlı kalırken Fransa ve Almanya da onun üyelik perspektifini inandırıcı kılmalı. Bu ortak yönler, bölgede istikrarı arttırmak ve çatışmaları azaltmak için işbirliğinin sağlam temelini teşkil etmektedir.

İstanbul/Brüksel, 8 Eylül 2010

Subscribe to Crisis Group’s Email Updates

Receive the best source of conflict analysis right in your inbox.