Report / Middle East & North Africa 4 minutes

Türkite ve Irak Kürtleri: Çatışma Mı İşbirliği Mi?

  • Share
  • Kaydet
  • Yazdır
  • Download PDF Full Report

Özet

Yükselen Arap-Kürt geriliminin Irak’ın istikrarını yeniden tehdit ettiği bu zamanlarda komşu Türkiye’nin Irak Kürdistan’ı üzerine düşen gölgesi daha da büyümekte. Bu durum, karşıtlıkları içinde barındırıyor. Türkiye bir yandan jetleriyle, yasaklı PKK’nın (Kürdistan İşçi Partisi-Partiya Karkerên Kurdistan) kuzey Irak’taki mevzilerini düzenli olarak bombalarken ve Ankara, Kürtlerin bağımsızlığı olasılığından duyduğu derin kaygıyı dile getirirken bir yandan da Irak Kürt bölgesiyle ilişkilerini önemli ölçüde derinleştirmekte. Aşırı milliyetçiliği dizginlemek ve iki ülke arasındaki ilişkilere yatırım yapmaya devam etmek, hem Türkiye hem de (Türkiye’nin kullanmaktan özenle kaçındığı bir terim olan) Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin (KBY) çıkarına olacaktır.

Ankara’nın Irak politikası, iki temel ulusal çıkar doğrultusunda gelişiyor: Irak’ın toprak bütünlüğünün korunması ve militanlarının sınıra yakın dağlık alanları sığınak olarak kullandığı ve Türkiye’ye saldırılar düzenlediği PKK ile mücadele edilmesi. Türkiye açısından Irak’ın parçalanması, İran’ın nüfuzu karşısında kritik önemi olan bir karşı ağırlığın ortadan kalkması ve daha da önemlisi, Kuzey Irak’ta Türkiye’deki Kürt milliyetçiliği tutkusunu ateşleyecek bağımsız bir Kürt devletinin doğması anlamına geliyor. Sonuç olarak Türkiye, Irak’ın merkezindeki ayrılıkçı çatışmaların tırmanmasını, Irak Kürtleri’nin ayrılmasını ve PKK’nın güçlenmesini önlemeye çalışıyor.

Türkiye’de bu hedefler konusunda geniş bir uzlaşı bulunuyor. Ancak bu hedeflerin nasıl gerçek-leştirileceği konusunda görüşler farklılaşıyor. Kemalist-milliyetçi kurulu düzen mensupları, Türk Silahlı Kuvvetleri, bürokrasinin güçlü bir kesimi, Cumhuriyet Halk Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi, KBY’yi ve onun temsil ettiği Kürt milli ideallerini varoluşsal bir tehdit olarak görmekteler. Onlara göre PKK’yı korumaktan vazgeçmeye zorlanması için KBY’ye karşı çok daha sert bir tavır sergilenmesi gerekiyor. Sonuç olarak bu çevreler, KBY’nin diplomatik olarak izole edilmesini, yetkilerinin 2003 öncesi oluşturulan hudutlarla sınırlandırılmasını ve ekonomik açıdan güçsüz bırakılmasını savunuyorlar.

Avrupa yanlısı liberal çevreler, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümeti ve Kürt elitlerse daha farklı bir görüşü dile getiriyorlar. Onlara göre, çevre ülkeler arasında sıkışmış bir Kürt federe bölgesi, savunmasız durumdadır ve örneğin güçlenen merkezi Irak hükümetinden korunmak ve iktisadi kalkınma açısından Türkiye’ye güvenmekten başka bir seçeneği yoktur. Liberal çevreler, bu bölgeyi Amerika’nın çekilmesi durumunda bir iç savaş tehlikesiyle yüz yüze kalabilecek olan Irak’ın geri kalanıyla Türkiye arasında bir tampon olarak görüyorlar ve PKK ile mücadelenin en iyi yolunun, KBY’yi mücadeleye ikna etmek olduğuna inanıyorlar. Bu nedenle Türkiye’nin etkisinin genişletilmesi, Kürdistan federal bölgesini Irak’a daha sıkı bağlarla bağlanması ve PKK’ya karşı harekete geçilmesinin sağlanması için KBY ile daha güçlü diplomatik siyasi ve ekonomik bağların kurulması gerektiğini savunuyorlar.

Fikir ayrılıkları bir ölçüde karışıklığa yol açsa da sonuç, AKP ile daha geleneksel kurulu düzen arasında askeri baskıyı, siyaseti, diplomasiyi ve ekonomik teşvikleri de kapsayan oldukça pragmatik ve son derece etkili bir uzlaşmaya varılması oldu. Irak’ın siyasi geleceğiyle ilgili olarak Türkiye, artık yanıtı aranan sorunun bu devletin bir federasyon mu yoksa üniter bir devlet mi olacağından ziyade ne tür bir federasyon ve ne ölçüde ademi merkeziyetçi olacağı sorusu olduğunu kabullenmeye başladı. Türkiye ayrıca Kürtler, Araplar, Türkmenler ve diğerleri arasında bir sorun olan Kerkük için verilen mücadelede bir orta yolun bulunmasına ön ayak oldu. Özellikle ana dayanak noktası olarak Türkmen nüfusuna güvenmekten vazgeçti. Bunun yerine Kerkük’ün çok etnili ve çok dinli dokusunun korunmasında ısrarcı oldu. Bu şekilde Türkiye, KBY’nin gerçek anlamda bağımsızlığı için gereksindiği ekonomik özerkliği sağlayan bu petrol zengini bölge üzerindeki Kürt iddialarının önüne geçebilir.

Türkiye başka bazı konularda da başarılı oldu. Bir taraftan Kürt bölgesiyle ekonomik bağlarını güçlendirdi. Diğer taraftan Irak’ın toprak bütünlüğü açısından kritik önemde addettiği bir adım olduğu için Irak hükümeti federal bir petrol yasası kabul edene kadar Kürt bölgesinin enerji sektörüne maddi yardımda bulunmadığı gibi, KBY’nin topraklarından petrol ve doğal gaz ihraç etmesine de müsaade etmedi. Son olarak Türkiye, Kürt hareketini yok etmek yerine KBY’ye harekete geçmesi yönünde baskı yapmak ve ABD’yi bölgedeki nüfuzunu kullanmaya teşvik etmek için PKK’ya karşı sınır ötesi, dar kapsamlı askeri operasyonlar gerçekleştirdi. Sonuçta bu, geçici siyasi yararlar dışında askeri etkisi son derece tartışmalı olan seri bombardımanlardan çok daha etkili bir yöntem. Kısacası Türkiye, Iraklı Kürt otoritelere hem baskı yaptı hem de onlarla ilişkilerini geliştirdi. Bunun, PKK’yı kuşatma altına almanın, Irak’ta yeniden ulusal uzlaşmayı teşvik etmenin ve Kürtleri merkezi devlete daha sıkı bağlamanın en kestirme yolu olduğu sonucuna vardı.

KBY de bu politikadan büyük yararlar sağlamaktadır. İlişkilerin yavaş da olsa ısınması, KBY’nin, ABD askerlerinin önümüzdeki iki yıl içinde önemli ölçüde çekileceğini ve böylelikle Kürtlerin federal hükümete ve Türkiye ve İran gibi komşu ülkelere daha bağımlı kalacağını kavramasından kaynaklanıyor. Bu senaryo içinde Türkiye, Kürtler için Bağdat ve Tahran’dan daha yararlı bir ortaktır; zira Türkiye, Avrupa Birliğine erişim sağlama imkanına (ki bu, petrol zengini Irak’tan bile daha büyük bir ekonomik çekim alanı demektir), Kürt petrolü ve doğal gazı için transfer ülkesi olma kapasitesine, büyük altyapı projelerine yatırım yapma yeteneğine ve Irak’ın federal Kürt bölgesine daha kaliteli mallar satma imkanına sahip durumdadır.

Sonuç, sınırın iki yakasında da pragmatizmin, aşırı milliyetçilik karşısındaki kırılgan zaferidir. Türkiye ile KBY arasında tesis edilen yakınlaşma ne tüm sorunları çözebilir ne de siyasi söylemi sık sık zehirleyen milliyetçi retoriğin yol açtığı spazmları yok edebilir. Kerkük sorununa barışçıl ve uzlaşmaya dayalı bir çözümü de kapsayan sürekli ve istikrarlı ilişkilerin temelini atmak için daha fazlası gerekmekte. Ancak Irak’ın karşı karşıya olduğu belirsizlikler göz önüne alındığında bu, olumlu karşılanması ve faydalanılması gereken bir gelişmedir.

İstanbul/Brüksel, 13 Kasım 2008

 

Executive Summary

At a time when rising Arab-Kurdish tensions again threaten Iraq’s stability, neighbouring Turkey has begun to cast a large shadow over Iraqi Kurdistan. It has been a study in contrasts: Turkish jets periodically bomb suspected hideouts of the banned Kurdistan Workers Party (Partiya Karkerên Kurdistan, PKK) in northern Iraq, and Ankara expresses alarm at the prospect of Kurdish independence, yet at the same time has significantly deepened its ties to the Iraqi Kurdish region. Both Turkey and Iraq’s Kurdistan Regional Government (KRG, a term Turkey studiously avoids) would be well served by keeping ultra-nationalism at bay and continuing to invest in a relationship that, though fragile and buffeted by the many uncertainties surrounding Iraq, has proved remarkably pragmatic and fruitful.

Ankara’s policy toward Iraq is based on two core national interests: preserving that country’s territorial integrity and fighting the PKK, whose rebels use remote mountain areas on the border as sanctuary and staging ground for attacks inside Turkey. From Turkey’s perspective, Iraq’s disintegration would remove a critical counterweight to Iranian influence and, more ominously, herald the birth of an independent Kurdish state in northern Iraq, thus threatening to inflame Kurdish nationalist passions inside Turkey. As a result, it has sought to prevent the sectarian conflict in Iraq’s centre from escalating, Iraqi Kurds from seceding and the PKK from prospering.

There is broad consensus in Turkey regarding these goals. However, opinions diverge on how best to achieve them. Members of the Kemalist-nationalist establishment – the Turkish armed forces, powerful parts of the bureaucracy, the Republican People’s Party and the Nationalist Movement Party – view the KRG and the Kurdish national ideal it represents as an existential threat. They are convinced that a far more aggressive posture toward the KRG is required to force it to stop protecting the PKK. As a result, they advocate isolating it diplomatically, limiting its authority to the pre-2003 internal boundaries and keeping it economically weak.

Pro-European liberal circles, the ruling religious-conservative Justice and Development Party (Adalet ve Kalkınma Partisi, AKP) and Kurdish elites take a different view. They see the landlocked Kurdistan federal region as vulnerable and having little choice but to rely on Turkey for protection (for example, from a resurgent central Iraqi state) and economic prosperity. They view the area as a potential buffer between Turkey and the rest of Iraq which, in the event of a U.S. withdrawal, could revert to civil war. They believe the best way to combat the PKK is to persuade the KRG to do so. For these reasons, they advocate stronger diplomatic, political and economic ties with the KRG in order to extend Turkish influence, cement the Kurdistan federal region more solidly within Iraq and ensure action is taken against the PKK.

Divisions have yielded a measure of confusion, but the end-result has been a strikingly pragmatic and largely effective compromise between the AKP and the more traditional establishment, combining military pressure, politics, diplomacy and economic incentives. On the issue of Iraq’s political future, Turkey has come to accept that the question no longer is whether it will be a federation or a unitary state but rather what type of federation will arise and with what degree of decentralisation. It also has steered a middle course in the struggle over Kirkuk, disputed between Kurds, Arabs, Turkomans and others. In particular, it stopped relying on the Turkoman population for its main leverage points, instead insisting on preserving the city’s multi-ethnic/
religious fabric. In so doing, it can hinder the Kurds’ exclusive claim to the oil-rich region without which the KRG would probably lack the economic autonomy necessary for genuine independence.

Turkey has proved adroit in other ways too. It has deepened economic ties with the Kurdish area while holding back on providing material aid to its energy sector or allowing the KRG to export oil and gas through its territory until Iraq has adopted a federal hydrocarbons law – a step which Ankara considers critical to that country’s territorial integrity. Finally, Turkey has mounted limited military cross-border operations against the PKK, designed more to pressure the KRG to take action and convince the U.S. to use its own leverage than to crush the Kurdish movement – overall, a far more effective way of dealing with this perennial challenge than serial Turkish bombing, whose military impact (as opposed to any temporary political benefits) is highly questionable. In short, Turkey has both pressured and reached out to Iraq’s Kurdish authorities, concluding this is the optimal way to contain the PKK, encourage Iraqi national reconciliation and tie the Kurds more closely with the central state.

There have been real benefits for the KRG as well. The slowly warming relationship is based on its realisation that U.S. forces may draw down significantly in the next two years, leaving the Kurds increasingly dependent on the federal government and neighbouring states such as Turkey and Iran. Under this scenario, Turkey would be a more useful partner to the Kurds than either Baghdad or Tehran, because of the prospect it offers of access to the European Union (which, even at Ankara’s current customs union relationship to Brussels, would exceed as an economic magnet anything even an oil-rich Iraq would offer); its availability as a trans-shipment country for Kurdish oil and gas; its ability to invest in major infrastructure projects; and the better quality of the goods it sells to Iraq’s Kurdistan federal region.

The result has been a (still fragile) victory for pragmatism over ultra-nationalism on both sides of the border. Rapprochement between Turkey and the KRG will not solve all problems, nor root out the unhelpful spasms of nationalist rhetoric that intermittently contaminate political discourse. More is required to lay the foundations of a lasting, stable relationship, including a peaceful, consensus-based solution to the Kirkuk question. But, amid the many uncertain prospects facing Iraq, this at least is one development to be welcomed and nurtured.

Istanbul/Brussels, 13 November 2008

Subscribe to Crisis Group’s Email Updates

Receive the best source of conflict analysis right in your inbox.