Kıbrıs’ta uzlaşmacı başkanlar dönemi
Kıbrıs’ta uzlaşmacı başkanlar dönemi
Op-Ed / Europe & Central Asia 3 minutes

Kıbrıs’ta uzlaşmacı başkanlar dönemi

Türkiye, Ankara’daki siyasi mücadele ile meşgul olurken, Kıbrıs’ta kapsamlı bir çözüm olasılığı sessizce ve beklenmedik bir şekilde artıyor. Türk fikir önderlerinin, adanın yeniden birleşmesinin ne anlama geldiğini ve bunun Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) üyeliği yolunda uzun zamandan beri sürdürdüğü mücadelenin yeniden canlandırılması için ne kadar önemli olduğunu anlatmasının zamanı geldi.

Türkiye ve Kıbrıs Türkleri, 2004 yılında benimsedikleri ‘bir adım önde olma’ politikalarıyla bu yıl Kıbrıs’taki gelişmelerin zeminini hazırladılar. 2004’te, kısmen Cumhurbaşkanı Tasos Papadopulos’un katı politikaları nedeniyle, uzlaşmaya hazır olmayan Kıbrıslı Rumlar aradan geçen dört yıl içinde bu uzlaşmaz tavırlarının Kıbrıs Türk devletini, dünya tanımasa dahi, güçlendirdiğini ve zenginleştirdiğini fark ettiler.

Müzakere dönemi

Aynı zamanda, 2004’ten beri AB üyeliği, Rumların istediği koşullarla adanın yeniden birleşmesi için sihirli bir formül getirmedi. Kısaca, pek çok Kıbrıslı Rum anladı ki Türk askerinin adadan çekilmesi, mülkleri için tazminat ödenmesi ve uzun süreli güvenlik gibi istekleri yalnızca Kıbrıslı Türklerle uzlaşı ile mümkün olabilir. Bu nedenle, Rum tarafında Şubat ayında gerçekleşen seçimlerde temel olarak Kıbrıs sorununun çözümü ile ilgili politikalar çarpıştı. Rumlar Papadopulos ile ikinci dönemi reddederek, uzlaşı hedefine bağlı olan iki adaya oy verdiler ki bu adaylardan biri sonunda seçimleri de kazanan Dimitris Hristofyas’tı.

O günden beri dikkate değer gelişmeler oldu. 3 Nisan’da Lefkoşa’nın kalbindeki Ledra Caddesi yeniden açıldı. 18 Nisan’da BM’nin arabuluculuk yaptığı, iki taraftan yaklaşık yüz kadar önde gelen siyasetçinin katıldığı, 6 çalışma grubu ve 7 teknik komiteden oluşan hazırlık görüşmeleri başladı. 20 Haziran’da ambulansların geçişi ve yol emniyeti gibi konuları içeren kamu sağlığıyla ilgili bir dizi güven arttırıcı önlem duyuruldu.

Aynı zamanda Kıbrıs’ın Türk ve Rum liderleri neredeyse ayda bir görüşmeye başladı. 23 Mayıs’ta liderler müzakerelerin gerçek bir uzlaşıya dayalı temel amacını dile getirdiler: Rumlar ‘iki kurucu devleti’, Türkler ise ‘tek uluslar arası kimliği’ olan yeni federal devlet olgusunu kabul etti. 1 Haziran’da bu uzlaşının altı çizilerek, iki lider yeni devlette tek vatandaşlık ve tek egemenlik olacağı konularında ‘prensipte’ anlaşma sağladı. İki liderin müzakerelerin Eylül’de resmen başlayacağını açıklamasına neredeyse kesin gözüyle bakılıyor.

Peki, bu Türkiye için ne anlama geliyor? Öncelikle 2004’te tüm tarafların kaçırdığı çözüm için önemli bir gelişme. Bu görüşmelerin başarılı olması Türkiye-AB yakınlaşmasını tekrar rayına oturturken, Ankara’ya Fransa ve Almanya gibi Türkiye’ye kuşku ile yaklaşan ülkeler karşısında avantaj sağlar. 1999’dan beri Yunanistan ile olduğu gibi, Türkiye’nin tüm adayla ilişkilerini normalleştirmesi Türk işadamlarına pek çok fırsat sunar. Adada bulunan yaklaşık 30 bin Türk askeri daha acil görevler için yeniden konuşlandırılabilir. Türk dış politikası büyük saygı ve hareket özgürlüğü kazanacak, AB’de haklarını kazanan Kıbrıs Türklerinin refah düzeyleri artacaktır. Toplum olarak Kıbrıs Türkleri, Türkiye için pahalı bir sorumluluk yerine önemli bir kazanç haline gelecektir. Kıbrıs Türkleri Ankara’nın endişelerini AB içinde dile getirebilecek, örneğin Türkçenin Birliğin resmi dillerinden biri olarak önceden kabul edilmesinin sağlanması için çaba sarf edebileceklerdir.

Kıbrıs’ta garantör ülke olan Türkiye söz sahibi olacaktır. Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın dediği gibi TSK Kıbrıs’ta yaşayan Türk halkının hak ve özgürlüklerinin adil ve kalıcı bir anlaşma ile güvence altına alınıp alınmadığına karar verecektir. Ancak Türkiye katı tutumlu politikacıların dediği gibi, adada hiç Kıbrıslı Türk olmasa bile deniz taşımacılığını korumak ve Yunanistan tarafından çevrelenmenin getireceği tehditleri ortadan kaldırmak için adada yine de üsse ihtiyacı olup olmayacağına karar vermeli. Türkiye, iki büyük üssüyle Kıbrıs’ı uçak gemisine çeviren İngiltere ile karşılaştırılıyor. Türkiye’nin askeri güvenliği Kıbrıs’taki bir üs ile güçlendirilse bile, Türk sahillerine 70 km uzaklıkta sürekli demirlemiş bir uçak gemisinin pek az avantaj sağlayacağı görünüyor.

Kaba güç mü yumuşak güç mü?

Türkiye çıkarlarına neyin en iyi hizmet edeceğine karar vermeli: Eski moda kaba güç mü, yoksa AB ile gerçek bir yakınlaşmayla elde edeceği yumuşak gücün Orta Doğu ve bölgede sağlayacağı itibar mı? Ankara’da kesinlikle bir siyasi karışıklık yaşanmakta fakat bu, adada yakalanan fırsatın kaçırılması için bahane olamaz. Kıbrıs ile ilgili kamuoyu, Türkiye’de bazılarının öne sürdüğü gibi problem yaratmıyor. Anketler bir kez daha Türklerin çoğunluğunun AB üyeliğine destek verdiğini gösteriyor. Ayrıca çoğu Türk, 2004’teki büyük uzlaşıyı desteklemiş olmaktan gurur duyuyor. İç politika ve kamuoyu ile ilgili endişelere karşın, Türkiye geçtiğimiz yıl Irak ve ABD ile ilişkilerinde büyük bir değişikliği hayata geçirdi. Benzer başarıyı Kıbrıs’ta da yakalayabilir. Alışık olduğu kriz zamanlarında dahi, Ankara temel menfaatleri ile ilgili kararları alabilir.

Çözüm tartışmaları başladığından bu yana iki tarafta da ‘hain’ suçlamaları duyulur oldu. Eski devlet başkanı Papadopulos, Hristofyas’ı, Eski Kıbrıs Türk Cumhurbaşkanı Denktaş da, Talat’ı fazla ödün verdiği gerekçesiyle eleştiriyor. Ancak hiçbir şeyin satıldığı ya da verildiği yok: Kimse anlaşmanın son halini bilmese de, bunun 1992’deki ‘Fikirler Dizisi’ ve 2004’teki ‘Annan Planı’ na temel teşkil eden BM parametreleri çerçevesinde olacağını biliyor. Talat ve Hristofyas’ın cesur girişimlerine verilen desteğin nedeni alternatiflerin daha kötü olması. Eğer bu yıl başlayan süreç sekteye uğrarsa, büyük ihtimalle uzun yıllar boyunca kapsamlı bir çözüm için son girişim olacak. Dış dünya bir gün iki-devletli bir çözümü gözden geçirebilir. Ancak son 34 yıldır adanın bölünmüşlüğü kabul görmedi. Kıbrıslı Rumların 2004’te AB’ye üyeliğiyle oluşan durumda taraflar belirsiz bekleyişin bedelini göz önünde tutmalı. Rumlar için yeni ihtilaflar kuzeyde gittikçe güçlenen komşusuyla gerilim ve güvensizlik, Kıbrıslı Türkler içinse tamamen Türkiye’ye bağımlı hale gelmek anlamına gelir. Türkiye için ise Kıbrıs öncesinden de kötü bir sorun haline gelir: Ekonomik bir yük, diplomatik bir engel ve her şeyin ötesinde Avrupa milletleri ailesine katılma azmindeki Türklerin önündeki en büyük mani olacaktır.
 

Subscribe to Crisis Group’s Email Updates

Receive the best source of conflict analysis right in your inbox.