Report / Europe & Central Asia 4 minutes

Bölünmüş Kıbrıs: Kusursuz Olmayan Bir Gerçekle Yüzleşmek

  • Share
  • Kaydet
  • Yazdır
  • Download PDF Full Report

Yönetici Özeti

Bölünmüş Kıbrıs’ta çözüm için görüşmeler yeniden başladı. Federasyona yönelik çabalarda tekrar başarısızlığa uğramamak için yeni fikirlere ihtiyaç var. En önemli engel, Kıbrıslı Rum ve Türklerin birbirinden ayrı hayatlara, dillere ve alt yapılara sahip olmaları ve birleşik yeni yönetimin barışçıl statükodan daha riskli olacağından endişe duymaları. Görüşmelerde ve perde arkasındaki yeni diplomaside Kıbrıslı taraflar ve uluslararası toplum, Kıbrıslı Türklere tam bağımsızlık ve AB üyeliği verilmesi yoluyla farklı bir birliğe giden yolu denemeliler. Özellikle Kıbrıs Türk devletinin oldukça güçsüz olması bekleneceğinden, alışılmışın dışında düşünmek, tarafları aslında bir federasyonu kabul edebilecekleri konusunda ikna edebilir. Fakat yeni ve gerçekçi bir yaklaşım, Türkiye’nin çözüme dönük yeni siyasi iradesinden, Kıbrıslı Rumların ekonomik sorunlardan onurlu bir şekilde çıkma gereksiniminden ve Kıbrıslı Türklerin hem AB içinde olma hem de işlerini kendileri yönetme isteklerinden faydalanmanın en ideal yolu da olabilir.

Kıbrıslı Türklerin kendi kaderini tayin etmesini meşrulaştırmak, Kıbrıs Türk yönetimi ve onun Türkiye’deki destekçileri dışında bir tabu olageldi. Uluslararası alanda tanınan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yönetimini 1964’te eline geçiren Kıbrıslı Rum çoğunluk, resmi bir bölünmeye alenen karşı çıkıyor. Bu tavır, BM Güvenlik Konseyi kararları ve özellikle Türkiye’nin 1974’teki işgali ve sonrasında iki toplumun fiziken ayrılması nedeniyle başta AB olmak üzere Kıbrıs’ın müttefik ağı tarafından destekleniyor. Ne var ki kırk yıl boyunca genellikle BM’nin kolaylaştırıcılığı ile süren beş tur görüşme sırasında taraflar, resmi parametreler olan iki kesimli, iki toplumlu federasyon uyarınca birleşmek konusunda anlaşamadılar. Onlarca farklı formatta yapılan binlerce görüşme, güneydeki Kıbrıslı Rum çoğunluk ile kuzeydeki Kıbrıslı Türkler arasındaki defakto bölünmenin yavaş ve yarım kalmış normalleşmesiyle sonuçlandı.

Şubat 2014’ten bu yana görüşmelere katılan yetkililer, şimdiye kadar tahayyül edilen en hafif federasyonu hedeflediklerini dile getiriyorlar. Kıbrıslı Rumların ve Türklerin baş müzakerecileri, Ankara ve Atina’yı ziyaret ettiler ve yeni bir iletişim kanalını açmış oldular. Ne var ki kötü alametlerin sayısı fazla. Yalnızca açılış bildirisi için yapılan görüşmeler dahi beş ay sürdü. Halkların şüpheciliği yüksek düzeyde. Şimdiye dek müzakereler yoluyla nadiren başarılabilen güven arttırıcı önlemler sonuca ulaşmadı. Adanın güneyinde keşfedilen doğalgaz, halihazırda düşük tutarda ve tarafları birleştirmekten ziyade dikkatlerini dağıtmaya yaradı. Türkiye ve Yunanistan, yani bir uzlaşmaya varılmasında en güçlü konumda olan dış güçler, görüşmeleri prensipte destekliyorlar; ancak liderleri, daha başarılı olmalarını sağlayabilecek kamu diplomasisinde son derece az çaba gösterdiler.

Mevcut durum, uzun ömürlü ve barışçıl görünüyor ve sürekli olarak daha iyiye gidiyor. 1996’dan bu yana adayı ayıran Yeşil Hat’ta ölüm yaşanmadı. Günlük yaşamdaki temel sorun, adanın bölünmüşlüğü değil, defakto bölünmenin müzakere edilmemiş olması. Özel toplantılarda her iki taraftaki işadamları ve tüm taraflardaki diplomatlar, görüşmeler için yeni bir çerçeveyle gitgide daha fazla ilgileniyor görünüyorlar. Kıbrıslı Türkler, 2010’da kendi toplumları için mümkün olan en fazla bağımsızlığı destekleyen bir lidere oy verdiler. Kıbrıslı Rumların bir kısmı özel görüşmelerde bu seçeneği düşünmeye hazır olsalar da Türkiye’nin işgalinden kaynaklanan haksızlıklara duyulan öfke ve güçlü milliyetçi söylem, halen kamuoyundaki hakimiyetini sürdürüyor.

Bu rapor, tarafların AB bünyesinde Kıbrıslı Türkler için karşılıklı olarak uzlaşılmış bağımsızlık seçeneğini gayriresmi biçimde dikkate almaları gerektiğini savunuyor. Böylesi bir seçeneğin mümkün olması AB üyeliği prosedürlerine, bu durumda da devletleri halihazırda AB’ye üye olan ve bu nedenle yeni bir üyenin kabulünde veto hakkına sahip olan Kıbrıslı Rumların bunu gönüllü olarak kabul etmesine bağlı olacaktır. Bu gönüllü kabulü sağlamak için Türkiye’nin ve Kıbrıslı Türklerin pek çok öneri sunması gerekecektir: Gazimağusa’nın yakınlarında bulunan ve uzun süredir işgal altında olan hayalet sahil kasabasını iade etmek; Türkiye’nin işgal ordusunun tamamını veya tümüne yakını çekmek; 1960’da adanın bağımsızlığına eşlik eden uluslararası garantilerden vazgeçmek; iki tarafın da karşı tarafta hâlâ sahip olduğu mülklere dair genel bir uzlaşmanın kapsamında teminatlı tazminat önermek; gelecekteki Kıbrıs Türk devletinde Kıbrıslı Rumların çözüm sonrasında mülk satın almalarını engelleyecek şekilde AB müktesebatında istisna taleplerinden vazgeçmek ve doğalgaz rezervlerine sahip olduğu kanıtlanan adanın güneyindeki karasuları üzerinde Kıbrıslı Rumların hakimiyete sahip olduğunu kabul etmek.

Mevcut Kıbrıs Cumhuriyeti ile yeni bir Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin AB bünyesinde yan yana olması, Kıbrıslı Rumların ve Kıbrıslı Türklerin esasen arzu ettikleri unsurların büyük bölümünü sağlayabilir. Bu durumda her halükarda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından reddedilmesi mümkün olan külfetli etnik kotalara sahip bir federal yönetim sözkonusu olmayacaktır. Kıbrıslı Rumların kuzey Kıbrıs’taki mülklerin üçte ikisine sahip olmasından doğan karmaşık sorun, daha açık ve çözümlenmesi kolay bir hal alacaktır. Eğer Kıbrıs Türk yönetimi bağımsız olursa Türkiye’den gelen “yerleşimcilere” kendi limitlerini koyma konusunda istekli olması beklenebilir. AB bünyesinde mümkün olduğu üzere, Türkiye ve Kıbrıslı Türkler kendi aralarında muhtemelen bir savunma anlaşması yaparlar. Ayrıca Kıbrıs’ta çözüm olunca Türkiye’nin AB üyeliği sürecinin önü yeniden açılacaktır.

Bir çözüme ulaşılmazsa müzakere edilmemiş bölünmeden kaynaklanan sürtüşmeler devam edecektir. Türkiye’nin AB ile ilişkilerindeki tıkanıklık sürecek ve AB’ye üye olan Kıbrıs Cumhuriyeti ile NATO’ya üye olan Türkiye arasında yaşanan diplomatik düello nedeniyle AB ile NATO’nun resmi düzeyde işbirliği yapmasının önündeki engeller devam edecektir. Kıbrıslı Türkler, haksız bir tecritte yaşamayı sürdüreceklerdir. Kıbrıslı Rumlar ise daha derin bir ekonomik sıkıntıya, mülkiyet haklarından daha uzun süre mahrum kalmaya, doğalgaz kaynaklarından faydalanmak konusunda maliyetli engellere, Türkiye üzerinde azalan ikna gücüne ve en kötüsü süresiz bir belirsizliğe mahkum olacaklardır.

Lefkoşa/İstanbul/Brüksel, 14 Mart 2014

Executive Summary

Talks have begun – yet again – on a settlement for divided Cyprus. To avoid another failed effort at a federation, new ideas are needed. The basic blockage is that Greek and Turkish Cypriots have separate lives, languages and infrastructure and fear a unified new administration would be more threatening than the peaceful status quo. In debate and new backstage diplomacy, they and the international community should test a route to a different unity, including through giving Turkish Cypriots full independence and EU membership. Thinking outside the box may persuade the sides they prefer a federation, not least because the smaller Turkish Cypriot state would be so weak. But a realistic new approach could also be the best way to take advantage of Turkey’s new political will for a settlement, Greek Cypriots’ need for a dignified escape from economic trouble and Turkish Cypriots’ wish to be both in the EU and in charge of their own affairs.

Legitimising Turkish Cypriot self-determination has been taboo outside the Turkish Cypriot entity and its backers in Turkey. The Greek Cypriot majority that took exclusive control of the internationally-recognised Republic of Cyprus in 1964 remains utterly opposed in public to formal partition. Its position is backed by UN Security Council resolutions and Cyprus’s network of allies, notably the EU, especially because of Turkey’s 1974 invasion and the subsequent physical separation of the communities. Yet, in five rounds of mainly UN-facilitated negotiations over four decades, the sides have been unable to agree to reunify Cyprus according to the official parameters of a bizonal, bicommunal federation. Thousands of meetings in dozens of formats have resulted only in a glacial, incomplete normalisation of the de facto partition between the Greek Cypriot majority in the south and the Turkish Cypriots in the north.

Officials involved in the fresh round of talks since February 2014 say they are aiming for the lightest federation yet imagined. The chief Greek Cypriot and Turkish Cypriot negotiators have visited Ankara and Athens, opening an important new line of communication. But ill omens abound. Talks on just the opening statement dragged on for five months. Public scepticism is high. Suggested confidence-building measures, rarely achieved through negotiation anyway, have fallen flat. Natural gas discoveries south of the island are still minor and have done more to distract the sides than to unify them. Turkey and Greece, the outside powers with the greatest ability to help reach a deal, support the talks in principle, but their leaders have done little of the public diplomacy outreach that might make them likelier to succeed.

The status quo has proved durable and peaceful and is constantly improving. Nobody has been killed on the Green Line dividing the island since 1996. The main day-to-day problem is not so much the division of the island, but the non-negotiated status of the de facto partition. In private, business leaders on both sides and diplomats on all sides appear increasingly interested in a new framework for discussion. Turkish Cypriots voted in 2010 for a leader who openly favours maximum independence for their community. Some Greek Cypriots are privately ready to consider this option, although anger at the injustices of the Turkish invasion and strong nationalist rhetoric still rule the public sphere.

This report argues that the parties should informally consider the option of mutually agreed independence for the Turkish Cypriots within the EU. The feasibility of such an option depends on EU membership procedures that in this case would depend on the voluntary agreement of the Greek Cypriots, whose state is already a member, so has veto rights over a new candidate. To win that voluntary agreement, Turkey and the Turkish Cypriots would have to offer much: to return long-occupied territory like the ghost beach resort near Famagusta; pull back all or almost all of Turkey’s occupation troops; give up the international guarantees that accompanied the island’s independence in 1960; offer guaranteed compensation within an overall deal on property that both sides still own in each other’s territory; drop demands for derogations from EU law that would block post-settlement Greek Cypriot property purchases in any future Turkish Cypriot state; and acknowledge full Greek Cypriot control of territorial waters south of the island that have proven natural gas deposits.

The existing Republic of Cyprus and a new Turkish Republic of Northern Cyprus side by side in the EU might provide much of what Greek Cypriots and Turkish Cypriots actually want. There would be no federal government with cumbersome ethnic quotas that might anyway be struck down by the European Court of Human Rights. The prickly issue of the two thirds of north Cypriot properties owned by Greek Cypriots would become clearer and easier to resolve. If independent, the Turkish Cypriot entity would probably be willing to place its own limits on new Turkish “settlers” from the mainland. Turkey and Turkish Cypriots would likely have a defence arrangement, as is possible within the EU. And with a Cyprus settlement, the path of Turkey’s own EU accession process would be open again.

Without a settlement, the frictions of the non-negotiated partition will simply continue. Turkey’s EU relationship will stay blocked and the EU and NATO will remain unable to cooperate formally, due to diplomatic duelling between the Republic of Cyprus and Turkey, respectively members in only one of those organisations. Turkish Cypriots will live on in unjustified isolation. And Greek Cypriots will suffer a deeper economic depression, longer deprivation of property rights, costly obstacles in the way of natural gas development, diminishing leverage over Turkey and, perhaps worst of all, indefinite uncertainty.

Nicosia/Istanbul/Brussels, 14 March 2014

Subscribe to Crisis Group’s Email Updates

Receive the best source of conflict analysis right in your inbox.