A woman walks inside a bullet-riddled house in Sur district of the Kurdish dominated southeastern city of Diyarbakir, Turkey, 30 October 2015. REUTERS/Sertac Kayar
A woman walks inside a bullet-riddled house in Sur district of the Kurdish dominated southeastern city of Diyarbakir, Turkey, 30 October 2015. REUTERS/Sertac Kayar
Briefing / Europe & Central Asia 4 minutes

Türkiye’de PKK ile Çatışmaların İnsanî Maliyeti: Sur Örneği

  • Share
  • Kaydet
  • Yazdır
  • Download PDF Full Report

Genel Bakış

Türkiye devleti ile uluslararası alanda terör örgütü kabul edilen Kürdistan İşçi Partisi (PKK) arasındaki çözüm sürecinin çökmesi, Temmuz 2015’te çatışmaların yeniden başlaması ve akabinde girilen şiddet sarmalı, yeni bir çözüm sürecinin inşasını hiç olmadığı kadar gerekli kılıyor. Aralık ayından bu yana güvenlik güçleri ile PKK arasındaki çatışmaların şiddeti daha önce görülmemiş bir seviyeye ulaştı. Devlet, “kamu düzenini yeniden sağlama” amacıyla, PKK tarafından desteklenen gençlerden oluşan milis güçlerinin barikat ve hendekler vasıtasıyla hakimiyet kurmaya çabaladıkları ilçe ve mahallelerde sokağa çıkma yasağı uygulamaya başladı. Günler hatta haftalar süren sokağa çıkma yasaklarının devam ettigi mahalleler aylar süren çatışmalara sahne oldu. Devletin hakimiyet sağlama gayreti ve PKK’nın asimetrik savaş yoluyla bunu engelleme girişimleri neticesinde, yerinden edilen insan sayısının 350,000’i aştığı tahmin ediliyor. Yaşamını yitiren sivillerin sayısı ise en az 250.

Son haftalarda, sokağa çıkma yasağı bazı yerlerde kaldırıldı ancak çatışmaların insani maliyeti hızla büyümeye devam ediyor: Kriz Grubu’nun kayıplara dair açık kaynaklara dayandırdığı veritabanına göre sekiz aydır süren çatışmalarda yaşamını yitiren 350 polis ve askerin 140’ı, 2016’nın ilk iki ayında hayatını kaybetti. Şiddet Ankara’yı da iki ay zarfında iki kere vurdu: 17 Şubat’ta parlamento binası yakınlarında patlayan bomba yüklü bir araç 25 askeri personelin ve dört sivilin canına mal olurken, 13 Mart’ta da bir intihar bombacısı, otobüs duraklarının bulunduğu yerde, yoğunluk yaşanan bir saatte, kendisini havaya uçurarak 36 sivilin ölümüne neden oldu.

İki saldırıyı da PKK’dan ayrılan bazı örgüt üyelerinin kurduğu Kürdistan Özgürlük Şahinleri (TAK) üstlendi. Halkların Demokratik Partisi (HDP), ilk saldırıyı parlamento olarak kınayan metni – hem Irak Şam İslam Devlet (IŞİD) tarafından düzenlenen Suruç, Ankara ve Sultanahmet saldırılarının hem de sokağa çıkma yasağı altında sivillerin hayatlarını kaybetmelerinin aynı metinde kınanmamasını gerekçe göstererek – imzalamayınca ülkede milliyetçi öfke arttı. Üç gün sonra ise bir HDP milletvekili bombayı patlatan kişi için düzenlenen taziye törenine iştirak etti. HDP ikinci saldırıyı kınamakla beraber yine parlamentodaki diğer partilerin ortak bildirisine imza atmadı. Bütün bu gelişmeler, HDP’nin kendisini PKK’dan yeteri kadar ayrıştıramadığına yönelik halk nezdindeki algının ve hükümet nezdindeki değişmeyen inancın pekişmesine yol açtı.

Ankara’nın giderek daha fazla savunma refleksi ile söylem ve uygulamalarını katılaştırması Kürt sorunu, demokratikleşme gibi tartışmaya muhtaç konularda farklı görüşler dile getirme imkanını azaltıyor ve siyasi kutuplaşmayı arttırıyor. Teröre destek verdikleri gerekçesi ile, HDP’nin iki eş başkanı da dahil beş milletvekilinin dokunulmazlığının kaldırılması için iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) tarafından yapılan girişimler, çoğu Kürt, milyonlarca seçmenin desteklediği yasal bir oluşumun dağılma ihtimalini gündeme getiriyor. PKK’nın cezaevindeki lideri Abdullah Öcalan ile görüşmelerin kesilmesi ve HDP’li bazı yerel temsilcilerin tutuklanması yüzünden siyasi çözüm seçeneklerinin kapanmasına yol açan bu girişimler, PKK’nın “meşru müdafa” savını da güçlendiriyor.

Çatışmalar son haftalarda azalma eğilimi gösterse de Güneydoğu’da nüfusun yoğun yaşadığı şehir ve ilçe merkezlerinin bazılarında sürüyor. Kışın sona ermesi ve Suriye’de kendisine bağlı Kürt unsurların oynadığı rolün de teşviği ile PKK hükümete karşı daha yoğun bir mücadeleye hazırlanıyor. Öte yandan, TAK gibi oluşumların Türkiye’nin doğusunda yeni saldırılar düzenleme ihtimali de büyüyor. Türkiye’deki Kürtler tarafından Mart ekinoksu sırasında kutlanan geleneksel Nevruz bayramı vesilesi ile ülke içinde huzursuzluğun artması olası.

Ankara hem yıkılan şehir ve ilçeleri yeniden inşa etmeyi, hem de gerginliğin yüksek olduğu yerlere daha büyük polis merkezleri ve kontrol noktaları kurarak güvenlik güçlerine takviye yapmayı vaat ediyor. Bu yaklaşımın PKK ve sempatizanları tarafından karşılıksız bırakılacağını düşünmek zor. Ayrıca, HDP’yi dışlama planı ile hükümetin girişimlerinin bölgedeki önemli HDP seçmen kitlesi tarafından benimsenmesi de güçleşiyor. Kürt hareketinin temsilcileri şiddeti reddederek, silahlı direnişi devlete karşı koymanın meşru bir yöntemi olarak görmediklerini açıklayıncaya kadar Ankara’nın Kürt hareketi ile işbriliği konusundaki manevra alanı sınırlı kalmaya mahkum.

Bu sorunu kalıcı olarak çözmenin tek yolu, bir yandan PKK ile barış görüşmelerine yeniden başlamak, diğer yandan ise anadilde eğitim, daha fazla adem-i merkeziyetçilik, seçim barajının düşürülmesi ve etnik atıflardan arındırılmış yeni bir anayasa gibi demokratik hak taleplerini karşılamak. Ancak öncelik, derhal, ölümlerin ve yerinden edilmelerin sona erdirilmesine verilmeli. Kısa vadede Ankara sokağa çıkma yasaklarını sağlam bir hukuki temele dayandırarak sivilllerin çatışmalardan daha az etkilenmesini sağlamalı ve insan hakları ihlallerini önlemeye yönelik uygulamalara odaklanarak, suçların cezasız kalmasını engellemelidir. Hükümet, insan hakları ihlallerinin usulüne uygun biçimde ele alınmasını temin etmeli; yeniden inşa aşamasında, çatışmalar yüzünden yerinden edilen mülk sahiplerinin ve kiracıların haklarını korumalı ve dönmek isteyenlerin evlerine kavuşmalarını sağlamalı.

Ankara ve PKK çatışmanın hem psikolojik fay hatlarının hem de çoğunluğunu Kürtlerin oluşturduğu Güneydoğu nüfusunda genel hissiyatın büyük ölçüde kendi lehlerine döndüğünü iddia ediyor. Ankara, PKK’nın şehir savaşına yönelmesinin bölgedeki sempatizanlarını PKK’dan uzaklaştırdığını savunuyor. PKK ise şehir ve ilçe merkezlerinde ağır silahların kullanılmasının tüm bölgede devlete karşı bir tepkiye yol açtığını ileri sürüyor. Diyarbakır’da Kriz Grubu’nun yaptığı araştırma, otuz yıllık çatışmanın neticesinde sivillerin hissiyatında önemli bir kayma olmadığını ortaya koyuyor.

Elinizdeki rapor Diyarbakır’daki saha araştırmasında elde edilen bulgulardan bir kesit sunuyor. Çoğu kimliğinin gizli kalmasını talep eden, resmi yetkililer, STKlar, belediye temsilcileri, avukatlar ve yerinden edilenlerin bakış açılarını yansıtan bu çalışma, Sur ilçesinde yakın zamanda yaşanan çatışmaların dinamiklerini inceleyerek, sürekli artan insani maliyete dikkat çekmeyi amaçlıyor.

Diyarbakır/İstanbul/Brüksel, 17 Mart 2016 

I. Overview

The breakdown of negotiations between the Turkish state and the Kurdistan Workers’ Party (PKK), reignition of hostilities in July 2015 and subsequent spiral of violence underscore the urgent need for a new peace process. Since December, however, confrontations between Turkish security forces and the PKK – listed internationally as a terrorist organisation – have entered an unprecedented stage. The state imposed urban curfews to “restore public order” in towns where PKK-backed youth militias were resorting to barricades and trenches to claim control. Those curfews, lasting for days or weeks at a time, have resulted in months-long battles in towns and city districts throughout the south east. More than 350,000 civilians are estimated to have been displaced and at least 250 killed as security forces deploy tanks and other heavy weaponry to urban centres and the PKK engages in asymmetric urban warfare to prevent the government from retaking full control.

Though some curfews have been lifted in the last few weeks, the human cost of conflict continues to rise sharply: of the 350 Turkish police and soldiers killed in eight months of fighting, 140 died in the first two months of 2016, according to Crisis Group’s open-source casualty tally. The conflict has also struck the capital, Ankara, twice in two months: on 17 February, a car bomb near the parliament killed 25 military personnel and four civilians, while on 13 March a suicide bomber at a bus stop during rush hour killed 37 civilians. Both attacks have been claimed by the Kurdistan Freedom Falcons (TAK), an offshoot of the PKK. Nationalist anger was heightened when the pro-Kurdish Peoples’ Democratic Party (HDP) decided not to sign the parliamentary condemnation of the first attack, arguing that Islamic State (IS) attacks in Suruç, Ankara and Sultanahmet and civilian losses during the curfews should be condemned in the same declaration. Three days later, an HDP member of parliament attended a condolence ceremony for the individual who exploded the bomb. While HDP condemned the second attack, it again did not join the statement issued by the other parliamentary parties. These developments fed the increasing public perception and the government’s steadfast conviction that the HDP, a legal political party, cannot distance itself sufficiently from the PKK.

Domestic political discourse is polarised and hardening, while the space for dissent on the Kurdish issue or other contentious ones such as democratic reform is shrinking, as Ankara adopts an increasingly defensive, often heavy-handed line. The effort of the ruling Justice and Development Party (AKP) to lift parliamentary immunity from five HDP deputies, including its co-chairs, for supporting terrorism threatens to dismantle a significant legal outlet for millions of predominately Kurdish voters. It also supports the PKK’s argument that “self-defence” is needed as political options for solving the conflict are narrowed by the rupture of talks with the PKK’s imprisoned leader, Abdullah Öcalan, and arrest of local HDP political representatives.

The densely-populated south-eastern cities and towns are set to remain on the front line, despite the drawdown of the last weeks. With winter’s end and emboldened by the role of its Kurdish affiliates in Syria, the PKK is readying for more pushback against the government, while the prospect of further attacks in the west of Turkey by radical Kurdish groups has risen significantly. Newroz – a festival traditionally celebrated by Kurds in Turkey around the March equinox – risks inflaming further unrest.

Ankara has promised to rebuild shattered towns and districts, but also to beef up the security forces with larger police stations and more checkpoints in the most restive communities. This is unlikely to remain unchallenged by the PKK and its sympathisers. Meanwhile, its plan to sideline the HDP will limit the potential of the government’s initiatives to be embraced by the HDP’s significant constituency in the region. And Ankara’s room for manoeuvre is limited until Kurdish movement representatives condemn violence and refrain from treating armed resistance as a legitimate form of dissent against the state.

The only way toward a durable solution is peace talks with the PKK accompanied, on a separate track, by ensuring further democratic rights for Turkey’s Kurdish population, including full mother tongue education, further decentralisation, a lower electoral threshold for parties to enter parliament and an ethnically neutral constitution. But the immediate priority is to manage the situation to prevent more casualties and displacement. In the short term, Ankara should create a solid legal basis for further curfews, focusing on practices that limit civilian casualties and human rights abuses, and holding security forces accountable for breaches. It must ensure that human rights violations are addressed by due process, reconstruction does not disenfranchise property owners and tenants displaced by fighting, and those who wish to can return to their homes.

Both Ankara and the PKK say the psychological fault lines of the conflict and the loyalties of the predominantly Kurdish citizens in the south east have shifted decisively in their favour. The state argues that the PKK’s shift to urban warfare has enraged once sympathetic residents. The PKK argues that the use of heavy weapons in towns and cities provokes a region-wide backlash against Ankara. Crisis Group research in Diyarbakır, the largest city in Turkey’s majority Kurdish heartland, shows, however, that neither side has markedly shifted civilian sentiments over the three-decade-old conflict. This briefing presents a snapshot of that research. Reflecting perspectives of officials, NGOs, municipality representatives, lawyers and displaced individuals, most of whom were not willing to be identified, it aims to draw attention to the increasing human costs of the confrontation by analysing recent conflict dynamics in the Sur district.

Diyarbakır/Istanbul/Brussels, 17 March 2016

Subscribe to Crisis Group’s Email Updates

Receive the best source of conflict analysis right in your inbox.