Report / Europe & Central Asia 4 minutes

KIBRIS: YENİDEN BİRLEŞME Mİ BÖLÜNME Mİ?

  • Share
  • Kaydet
  • Yazdır
  • Download PDF Full Report

Özet

Kıbrıs’ı yeniden birleştirmek için otuz yıldır devam eden çabalar sona ermek üzereyken, bir tarafta adanın hasmane ve fiilen bölünmesi, diğer tarafta ise iki kurucu devlette yaşayan Kıbrıs Rum ve Kıbrıs Türk toplumları arasında işbirliğine dayalı bir federasyon kurulması seçenekleri arasında kesin bir tercih yapılması gerekiyor. Aktörlerin çoğu, söz konusu iki toplumlu, iki kesimli çözüm fırsatının Kıbrıs Türk tarafında seçimlerin yapılacağı ve çözüm yanlısı liderin seçimi kaybederek yerini daha katı bir adaya bırakma riskinin bulunduğu Nisan 2010’da yok olabileceği konusunda hemfikir. Bu tarihe kadar anlaşmaya varılmazsa BM’nin arabuluculuk yaptığı belli başlı barış görüşmelerinden dördüncüsü de başarısızlığa uğrayacak. Yaygın olan kanıya göre, görüşleri birbirine yakın ve çözüm yanlısı şimdiki Kıbrıslı Rum ve Türk liderler federal çözüm konusunda anlaşamazlarsa, başka kimse bunu başaramaz. Bunun tüm taraflara getireceği ağır bedeli önlemek için iki toplumun liderleri toplumlarındaki şüpheciliği bertaraf etmek ve görüşmeleri sonuçlandırmak üzere omuz omuza vermeli; Türkiye ve Yunanistan, adadaki her iki tarafla etkin iletişim kurmalarını engelleyen tabuları yıkmalı ve Avrupa Birliği (AB) ülkeleri, anlaşmazlığın devamına kayıtsızlıkla razı olmaları durumunda ortaya çıkacak istikrarsızlığı önlemek için sürece derhal destek vermeliler. 

Federal çatı altında yeniden birleşmek üzere uzun yıllar önce belirlenmiş müzakere parametrelerine uygun olarak Kıbrıs’ın bölünmüşlüğünü sona erdirmek için gerçek bir şans 2009-2010’da hâlâ mevcut. Şu anki Kıbrıslı Rum ve Türk liderler, kendilerinden öncekilere göre çok daha fazla ortak zemine sahipler ve geçtiğimiz yıl boyunca kapsamlı bir çözüm yolunda oldukça yol kat ettiler. Ne var ki başarısızlık adanın ilanihaye bölünmesi anlamına gelecek, bu da AB-Türkiye ilişkilerinde daha fazla sıkıntıya, doğu Akdeniz’de yeni sürtüşmelere, AB-NATO arasında daha az işbirliğine, Kıbrıslı Türklerin dağılmasına neden olan merkezkaç kuvvetlerin daha da güç kazanmasına ve Kıbrıslı Rumların refahı ve güvenliği açısından yeni risklerin ortaya çıkmasına yol açabilecek. 

Pek çok Kıbrıslı, fiili bölünmenin statükonun zararsız bir devamı olacağını düşünüyor. Kıbrıslı Rumların 2004’te AB’ye Kıbrıs Cumhuriyeti olarak girmesinin ardından ortaya çıkan yeni dinamikler ise bunun doğru olmadığını ortaya koyuyor. Kıbrıslı Rumlar, Türkiye’nin AB üyeliği sürecinde en bariz teknik engel haline geldiler ve milli çıkarları ve adaletin gereği olarak gördükleri politikaları izlemek için ellerindeki tüm imkanları hevesle kullandılar. Ankara’nın hayal kırıklıkları Yunanistan ile anlaşmazlık konusu olan tartışmalı sular da dahil olmak üzere iki tarafın hücumbotlarının karşı karşıya geldiği, açık denizlerdeki petrol arama hakları meselesindeki sürtüşmeleri arttırdı. Bugün daha yüksek refaha sahip ve daha güçlü olan Türkiye, AB’ye meydan okumaya ve milli çıkar ve hakkaniyet meselesi olarak gördüğü konularda AB’yle ilişkilerinde geri dönüşü olmayan zararları göze almaya geçmişe kıyasla daha hazır görünüyor. AB üyesi ülkelerin devlet ve hükümet başkanlarının (AB Konseyi) Türkiye’nin havaalanlarını ve limanlarını Kıbrıs Rum trafiğine açma yükümlülüğünü yerine getirmemesi durumunda ne yapacaklarına karar vermeleri gereken Aralık ayındaki AB zirvesine yaklaşırken yapılacak görüşmeler sırasında bu hassas fay hattı yeniden zorlanacak.

Kıbrıs’ta çözüme ulaşılmaması halinde adadaki iki toplum ve Türkiye ekonomik kalkınmalarının yavaşlaması, savunma harcamalarının artması ve uluslararası alandaki kredibilitelerinin düşmesi ile karşı karşıya kalacak. Paradoks şu ki, uzlaşmaya bu kadar hazır Kıbrıslı Rum, Kıbrıslı Türk ve Türk liderler şu ana dek çok nadir görülmüştü. Temel yanlış anlaşma konusu ise Ankara’daki yetkililerle Kıbrıslı Rum yetkililerin doğrudan görüşmek üzere bir zeminde uzlaşmaya varamamaları. Bu nedenle ikisi de birbirlerinin sorunu çözme yönündeki samimi isteğine inanmıyor, güvenmiyor veya bunu anlamıyor. Kırk yıldır süren düşmanlığı, medyadaki kötüleme kampanyasını ve karşılıklı doğru bilgi eksikliğini önümüzdeki birkaç ayda telafi etmek zor olacak, ancak tüm taraflar eksikleri tamamlamaya gayret etmeli. 4 Ekim’deki seçimlerden güçlü bir hükümet çıkması durumunda Yunanistan, ilgili tüm tarafları bir araya getirmek için ender bir fırsata sahip olacak ve bunu hızla yapması gerekecek.

Umut ışığı mevcut. Kamuoyu araştırmalarına göre Kıbrıslıların çoğunluğu, gerçekleşeceğinden şüphe duysalar da, görüşmelerin başarıyla sonuçlanmasını istiyor. Geçen yıl yapılan müzakereler nispeten iyi geçti. Uzlaşma yanlısı Dimitris Hristofyas, Şubat 2008 Kıbrıs Rum cumhurbaşkanlığı seçiminden zaferle çıktıktan sonra, görüşlerinin yakın olduğu Kıbrıslı Türk meslektaşı Mehmet Ali Talat ile kırktan fazla toplantı yaparak meseleler üzerinde çalıştılar. 10 Eylül 2009’da tam kapsamlı müzakerelerin ikinci turu iyi başladı. Ne var ki Hristofyas ve Talat, toplantılarındaki pozitif enerjinin kamuoyu açıklamalarına yansıması ve 2010’un ilk aylarında yapılması gereken çözüm referandumunun başarıya ulaşması için ortak strateji belirlemek üzere çok daha fazlasını yapmalılar.  

İki tarafın da, kendi içinde çözümsüz gibi görünen başlıklar arasında pazarlık yapmaya istekli olduklarını göstermeleri gerekiyor. Bunlar arasında milyarlarca avroluk bir sorun olan ve Kıbrıslı Türklerin bulunduğu kuzeydeki toprakların belki de dörtte üçünü ilgilendiren Kıbrıslı Rumların mülkiyetlerinin tazmini veya iadesi; muhtemelen yakında Kıbrıs Türk bölgesinde çoğunluğu oluşturacak olan Türk göçmenlerin geleceği; Kıbrıslı Türklerin istediği ve Türkiye’nin de desteklediği Türk ordusunun garantörlüğünün devamı; ve adanın mevcut durumda Türklerin elinde olan yüzde 37’sinin ne kadarının Kıbrıslı Rumlara geçeceği gibi konular bulunuyor.

Kıbrıs sorununun çözümünde anahtarın yarısının dış aktörlerin elinde olduğu söylenebilir. Bilhassa AB ülkeleri, üyelik kapısının hâlâ açık olduğu konusunda Türkiye’yi aktif olarak ikna ederek, Hristofyas ve Talat’ı sürekli teşvik ederek ve çözümün getireceği açık avantajları anlatarak daha fazlasını yapmalı. Kıbrıslıları ve bölgesel aktörleri, kayıtsızlığı ve şüpheciliği bir kenara bırakmaları, kamuoyunun hazırlanması ve işleyen bir uzlaşmaya varılması için sıkı çalışmalara hemen başlamaları konusunda ikna etmek üzere çok daha fazla çaba göstermeliler. Ne Hristofyas’ın ne de Talat’ın müzakere masasından kalkmaya niyeti var. Tehlike şu ki, zamanları hızla tükeniyor.

Lefkoşa/İstanbul/Brüksel, 30 Eylül 2009

Executive Summary

Three decades of efforts to reunify Cyprus are about to end, leaving a stark choice ahead between a hostile, de facto partition of the island and a collaborative federation between the Greek and Turkish Cypriot communities living in two constituent states. Most actors agree that the window of opportunity for this bicommunal, bizonal settlement will close by April 2010, the date of the next Turkish Cypriot elections, when the pro-settlement leader risks losing his office to a more hardline candidate. If no accord is reached by then, it will be the fourth major set of UN-facilitated peace talks to fail, and there is a widespread feeling that if the current like-minded, pro-solution Greek and Turkish Cypriot leaders cannot compromise on a federal solution, nobody can. To avoid the heavy costs this would entail for all concerned, the two leaders should stand shoulder to shoulder to overcome domestic cynicism and complete the talks, Turkey and Greece must break taboos preventing full communication with both sides on the island, and European Union (EU) states must rapidly engage in support of the process to avoid the potential for future instability if they complacently accept continuation of the dispute.

A real chance still exists in 2009-2010 to end the division in Cyprus in conformity with the long-established negotiating parameters of a federal reunification. The current Greek and Turkish Cypriot leaders share more common ground than any of their predecessors and have gone some distance over the past year toward a comprehensive settlement. But failure will mean an indefinite partition of the island, leading to more strains in EU-Turkey relations, new frictions in the east Mediterranean, less EU-NATO cooperation, acceleration of the centrifugal forces scattering the Turkish Cypriots and new risks to the prosperity and security of Greek Cypriots.

Many Cypriots expect that de facto partition would be a benign continuation of the status quo. New dynamics already in play following the Greek Cypriots’ 2004 entry into the EU as the Republic of Cyprus show this to be false. Greek Cypriots have become the most visible technical obstacle to Turkey’s EU accession process and have eagerly used all the levers available to them to pursue what they see as their national interest and need for justice. Ankara’s frustrations are contributing to frictions over offshore oil exploration rights, including in waters disputed with Greece, that have brought opposing gunboats into close proximity. Today’s stronger, more prosperous Turkey is more ready than in the past to defy the EU and risk irreversible damage to the relationship over what it also sees as issues of national interest and justice. This faultline will be tested again in discussions leading up to December’s EU summit, in which the heads of state and government (the European Council) must decide what to do about Turkey’s failure to implement its signed obligation to open its ports to Greek Cypriot air and sea traffic.

In the absence of a Cyprus settlement, both communities on the island and Turkey will experience slower economic progress, greater defence spending and reduced international credibility. The paradox is that rarely before have there been Greek Cypriot, Turkish Cypriot and Turkish leaders so ready to compromise. A major source of misunderstanding, however, is that Ankara and Greek Cypriot officials cannot agree grounds to talk directly. They are thus unable to believe, trust or understand each other’s genuine ambition to settle the dispute. Overcoming four decades of hostility, denigration in the media and absence of real mutual knowledge will be hard in the few remaining months, but all sides should try to bridge the gap. If a strong government emerges from the 4 October elections in Greece, it will be uniquely well placed to bring all the relevant parties together, and it should quickly do so.

There are rays of hope. Polls show that most Cypriots want the talks to succeed, even if they are sceptical about that happening. Negotiations over the past year have gone relatively well. After the victory of pro-compromise Demetris Christofias in the February 2008 Greek Cypriot presidential election, he and his likeminded Turkish Cypriot counterpart, Mehmet Ali Talat, have worked through the issues in more than 40 meetings. A second round of full negotiations began well on 10 September 2009. Christofias and Talat must do much more, however, to reflect the positive energy of their meetings in their public statements and to build a joint strategy for success in a referendum on a settlement document that needs to be held in early 2010.

The two sides should indicate willingness to bargain across issues in the talks that seem insoluble on their own. These include the multi-billion euro issue of compensation for or restitution of Greek Cypriot properties, involving perhaps three quarters of the territory of the Turkish Cypriot north; the future of immigrants from Turkey, probably soon a majority of residents of the Turkish Cypriot zone; the Turkish Cypriot wish, backed by Turkey, for a continued Turkish military guarantee; and the question of how much of the 37 per cent of the island now in Turkish hands will pass to the Greek Cypriots.

Outside powers arguably have half the keys to a Cyprus solution in their hands. EU member states in particular should do more to make a solution possible by pro-actively reassuring Turkey that its accession perspective remains open, firmly encouraging Christofias and Talat and talking up the clear advantages of settlement. They should do much more to impress on the Cypriots and regional players that complacency and cynicism must be set aside and that the hard work to prepare public opinion and workable compromises must start now. Neither Christofias or Talat has any desire to walk away from the negotiating table. The danger is that they will simply run out of time.

Nicosia/Istanbul/Brussels, 30 September 2009

Subscribe to Crisis Group’s Email Updates

Receive the best source of conflict analysis right in your inbox.