Türkiye ve Orta Doğu: Yüksek Hedefler ve Kısıtlayıcı Unsurlar
Türkiye ve Orta Doğu: Yüksek Hedefler ve Kısıtlayıcı Unsurlar
Table of Contents
  1. YÖNETİCİ ÖZETİ
Report / Europe & Central Asia 3 minutes

Türkiye ve Orta Doğu: Yüksek Hedefler ve Kısıtlayıcı Unsurlar

  • Share
  • Kaydet
  • Yazdır
  • Download PDF Full Report

YÖNETİCİ ÖZETİ

Türkiye, Orta Doğu’yu istikrara kavuşturmayı amaçlayan ardı ardına bir dizi iddialı girişimde bulunuyor. Suriye ve Irak’la ilişkilerini normalleştirmedeki başarısına dayanarak Türkiye, bölgedeki ihtilafları azaltma, vizesiz seyahat kapsamını genişletme, ticareti arttırma, alt yapıları entegre etme, stratejik ilişkiler kurma ve çok taraflı bölgesel platformlar oluşturma çabalarına katkıda bulunuyor. Bazılarına göre bu yeni aktivizm, Türkiye’nin Avrupa ve ABD’deki geleneksel müttefiklerine sırtını döndüğüne işaret ediyor. Gerçekte Türkiye’nin Orta Doğu’da artan rolü, Batı’yla ilişkilerini tamamlayıcı ve hatta bu ilişkilere bağımlı olarak gelişir niteliktedir.

Bu rapor, Türkiye’nin Orta Doğu’yla yoğunlaşan ilişkisini ülkenin dış ilişkiler ve ticaret politikasının genel çerçevesi içinde değerlendiriyor. Süreç, henüz emekleme döneminde; bazı Arap hükümetlerince kuşkuyla karşılanıyor ve Türkiye’nin Batılı müttefikleri arasında farklı görüşlere yol açmış durumda. Ancak bölge ekonomisini büyütme, karşılıklı bağımlılığı arttırma ve barışı destekleme çabaları olumlu bir potansiyel barındırıyor. Avrupa Birliği’ne (AB) katılım müzakerelerinin hızını kaybettiği bugünlerde Ankara, Orta Doğu’da uzun vadeli istikrarın güçlendirilmesi ve bölünmüşlüğün giderilmesi için İkinci Dünya Savaşı sonrası kıtada barışı sağlamak üzere Batı Avrupa ülkelerinin kullandığı kademeli bütünleşme yöntemlerine benzer bir model benimsedi.

Türkiye’nin, komşularıyla ihtilaflarını sona erdirmek üzere ilan ettiği “sıfır problem” politikası, Suriye ve Irak’ta sonuç verdi ve örneğin 2008’de ev sahipliği yaptığı Suriye ve İsrail arasındaki dolaylı görüşmelerde olduğu gibi, bazı Orta Doğu anlaşmazlıklarında üstlendiği arabuluculuk rolü bir dereceye kadar başarılı oldu. Ne var ki El Fetih ile Hamas arasındaki anlaşmazlık gibi çetin meselelerde Ankara’nın etkisi sınırlı kaldı. İsrail ile ikili ilişkilerin keskinleşen tonu, Türk liderlerinin Orta Doğu kamuoylarındaki popülerliğini arttırdı; ancak Vaşington, Brüksel ve hatta bazı Arap başkentlerindeki liderler arasında geleneksel müttefiklerin güvenini sarstı.

Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) liderlerinin kullandığı söylem ve Basra Körfezi ülkelerinden, Afganistan, Pakistan ve İslam Konferansı Örgütü’ne (İKÖ) uzanan bölgesel aktivizmi, AKP liderlerinin, Türkiye’yi İslami bir bloğun parçası yapmak için ülkenin Batı’ya dönük temel yönelimini değiştirdikleri, Osmanlı İmparatorluğu’nu yeniden canlandırmaya ya da “Doğu’ya yönelmeye” gayret ettikleri algısını güçlendirmekte. Ancak bu doğru değil. Ülkenin bugünkü bölgesel aktivizminin temel unsurları, AKP iktidara gelmeden önce belirlendi ve NATO üyeliği ve ABD’yle ilişkiler, Türk siyasetinin dayanakları olarak kalmaya devam ediyor.

Türkiye, 2005-2008 yılları arasında Fransa, Almanya ve diğerlerinin AB’yle yürüttüğü müzakereleri engelleme çabaları karşısında öfkeli olsa da, dış ticaretinin yarısını hâlâ AB ülkeleriyle yapıyor ve ihracatının ancak dörtte birinden azı Orta Doğu ülkelerine gidiyor—ki bu oran son 20 yıldır pek değişmiyor. Türkiye’nin bölgesel ticaretindeki patlamadan en fazla yararlananlar arasında Rusya ve Yunanistan’ın bulunması, Türkiye’nin rekabet düzeyinin yükselişinin küresel boyutunun altını çiziyor.

Yine de Soğuk Savaşın sona ermesinden bu yana Türkiye, dış politika önceliklerini katı güvenlik endişelerinden yumuşak güç stratejisine ve ticari çıkarlara kaydırıyor ve NATO destekli bir tür bölgesel jandarma olmaktan çıkarak kendi başına ciddiye alınmak için pek çok bölgesel bütünleşme araçlarını kullanmakta kararlı, daha bağımsız bir aktör olma yolunda ilerliyor. Bütünleşme yoluyla istikrarı hedefleyen Türkiye’nin bu çabaları, ABD ve AB’li müttefikleri tarafından desteklenmeli. Pek çok insiyatifi aynı anda yürütmeye çalışan Ankara, kimi zaman yapabileceğinden daha fazlasını vaat ediyor, başarılarını mübalağa ediyor ve sınırları içindeki kritik sorunlar çözümsüz kalırken uzaklarda rol üstlenmeye çalışıyor. Türkiye’nin son dönemde öne çıkması kısmen ABD’nin Irak’ı işgali ardından bölgede yaşanan karmaşayla açıklanabilir, ancak durumun kalıcı olup olmadığı tartışılır. Bazı Orta Doğu hükümetleri de, Türkiye’nin İsrail’e karşı duygusal söylemlerinin kendi kamuoyları üzerindeki etkisi ya da üzeri örtülü de olsa tüm Müslüman dünyasını temsil etme iddiaları karşısında temkinliler.

Türkiye, bölgesindeki tüm aktörlerle dengeli ilişkilerinin yarattığı olumlu dinamikleri ve ilk AB ülkelerinin kullandığı entegrasyon taktiklerini yaratıcı şekilde Orta Doğu’daki komşularına uyarlama çabalarını sürdürmeli. Ancak bunu yaparken, hem uluslararası düzlemde Orta Doğu kamuoyları nezdinde topladığı puanların geleneksel müttefiklerinin güvenini yitirmesiyle eriyip gitmeyeceğinin, hem de iç siyasal düzlemde toplumun tüm kesimlerinin uzun vadede bu yeni bölgesel projelere katılacaklarının, haberdar olacaklarının ve arkasında duracaklarının mesajını vermeye dikkat etmeli. Ayrıca öncelikle Kıbrıs ve Ermenistan gibi kendisini çok yakından ilgilendiren anlaşmazlıkları çözebilirse Türkiye, hedeflerinin inandırıcılık ve devamlılık kazanmasını sağlayabilir.

Ankara’nın AB’ye giriş sürecine sırtını döndüğü yolundaki her işaret, Orta Doğu’nun seçkin kesimini endişelendiriyor. Türkiye’nin başarıları karşısında duydukları hayranlık, büyük ölçüde daha yüksek standartlardan, artan refahtan, genişleyen demokrasiden, sivil yöneticilerin meşruiyetinden, gerçek sekülerizme doğru ilerleyişten ve AB üyeliği müzakerelerinin yol açtığı başarılı reformlardan kaynaklanıyor. Aynı zamanda Türkiye ve liderlerinin, İsrail’e karşı durmaya hazır olmalarından ötürü Orta Doğu kamuoyunda görülmemiş bir popülerlikleri ve prestijleri bulunuyor. Türkiye’nin son dönemdeki önemi, güçlü modern bir ekonomi inşa etme deneyimi ve komşularıyla entegrasyon ve ticareti geliştirme hedefi, bölgeye daha fazla istikrar getirilmesi ve Orta Doğu’yu uzun yıllardır zehirleyen ihtilafların azaltılması için Türkiye’ye birçok ülkenin sahip olduğundan daha büyük bir şans sunuyor.

İstanbul/Brüksel, 7 Nisan 2010

 

Subscribe to Crisis Group’s Email Updates

Receive the best source of conflict analysis right in your inbox.